Pololar, Gobi çölünü ancak 40 günde aşarlar. Biliyor musunuz bu çölde kaybolanlar izah edilemeyen sesler duyar, sağa sola koşmaktan bitap olurlar. Çölün öbür yakasında Budistler yaşar ancak bunlar diğerlerinin aksine ete bayılırlar. Onlar da cesedleri yakar ama zamanını rahiplere sorarlar. Eğer rahip 6 ay sonraya gün verirse, ölüyü evin baş köşesine oturtur, yaşıyormuş gibi ikramda bulunurlar. Mevta çürür, kokar, kurtlanır ama emir gelmedikçe kaldıramazlar. Bıkkınlıktan olsa gerek, yakılma günü geldi mi çatır çatır def çalar, şakır şakır oynarlar. Kamullular da öyle yer içer sızar, gün boyu şarkı çığırırlar. Cemiyet o kadar çürümüştür ki gelene gidene karılarını sunarlar. Moğollar bile bundan rahatsız olur, çirkin adeti yasaklarlar. Ama dinleyen kim? Onlara Kubilay dahi dikiş tutturamaz. Gerilere dönersek Marko, Uyguristan'da uygar bir cemiyet bulur, gelgelelim Su-Çau'da işler değişmeye başlar. Budist rahipler 30 kadınla evlenebilir, yeğenlerini, hatta üvey annelerini alırlar. Kan Çau halkı çölü geçecek seyyahlara kumanya satarlar, Pololar buradan tedarikli ayrılmak zorundadırlar. Öyle ki bazen karşınıza aylarca insan çıkmaz. Bu çölü de aşar ve Karakurum'a vasıl olurlar. Ufak bir tarih turu yaparsak Cengiz'den sonra yönetim Ogeday'ın elinde kalır. Ogeday ölünce ipleri eline alan eşi Töregene Hatun, Kuyuk Han üzerine oynar ve onu Hakan yapar. Altu Han, Mongu Han derken tahta Kubilay'ı oturtur, Japonya'dan Polonya'ya kadar 24 milyon metrekarelik bir araziye yayılırlar. GelgelelimTuna Bulgarları nasıl Slavlaştılarsa, Yöre Moğolları da Çinlilerden etkilenir ve kimliklerini kaybetmeye başlarlar. Devlet kadrolarında Uygur tesiri azalır, Çin ve Tibet alfabesi kullanırlar. Moğol soyluları servetleriyle birlikte gömülürler. Bu yüzden mezarın yerini sır gibi saklar defne götürdükleri işçileri kırarlar. Yolda karşılarına çıkanları kılıçtan geçirir, atları bile sağ bırakmazlar. Moğollar taş üzerine taş koşmaz, bir mevsim kondukları yerde sıkıntı basar. Evleri araba üzerindedir ve biteviye otu gür bir yayla ararlar. Erkekler avlanır, ev işlerini kadınlar yapar. Sadece et yer, haşlayıp, kızartamazlarsa tütsüler ve çiğ çiğ yutarlar. Ellerinden değil av hayvanı, kedi köpek bile kurtulamaz. Moğol erkeğinin 15 karısı da olsa (ki bu şaşılacak bir şey değildir) hepsi aynı çadırda yaşar ve asla ses çıkarmazlar. Moğolların kadını erkeği ata biner, boşa ok atmazlar. Orduda her on kişiye bir baş (onbaşı), her yüz kişiye bir baş (yüzbaşı), her bin kişiye bir baş (binbaşı) komuta eder. Sefere çıkınca ağırlık taşımaz, biraz et ve kuru sütle aylarca yol alırlar. Çok yağmur yağarsa basit bir tente açar, attan inip, hızlarını azaltmazlar. Sürekli harp oyunlarıyla uğraştıkları için savaşta zorlanmazlar. Üç beş klasik taktikleri vardır ama bunu çok disiplinli uygular ve çoğu kez netice alırlar. Moğollar ağıl ahır tanımaz, hayvanları mühürleyip çayıra salarlar. Peki çalan olmaz mı? Ne mümkün! Hırsızlık yapanın kafasını vururlar. Ancak Budistlerle haşır neşir olan Tatarlar vasıflarını kaybeder gevşemeye başlarlar. Sağda solda tembel tembel yatar, tapınak basamaklarında sineklenip felsefe yaparlar. Otlaklar hayvana hasret kalır, artık onlardan ne asker olur ne ulak... Tangut halkı kısa boylu, yağlı ve siyah saçlıdırlar. Onlardan pek hoşlanmazlar. Kalaçan Müslümanları aksine çok yakışıklıdırlar, deve tüyünden nefis kumaşlar dokurlar. Marco, Müslümanların da 9-10 kadın alıp 30-40 çocuk sahibi olduklarını yazar. İslamdan haberi olmadığı için bol keseden atar. Çaçan Gor, gölleri ve av hayvanlarıyla dikkat çeken bir beldedir zaten Kubilay'ın av köşkleri burada bulunur, İmparator yazları Şan-tu sarayında eyleşir, bahçesindeki havuzlar, ırmaklar, köprüler göz kamaştırırlar. Kubi Efendi vursun diye av hayvanlarını yakalayıp bahçeye salar, tutsun diye havuzlara balık atarlar. Bu nefis parkın içinde kamıştan bir saray vardır, istendiğinde başka yere taşırlar. Yanlarında beyaz kısraklar bulundurur, ak atın ak sütünden yapılma ak kımızları sadece hakan ailesine sunarlar. Gece gündüz zıkkımlandıklarından olsa gerek ayık dolanamaz, kararan gökten çok korkarlar. Kubilay afete uğrayanlara sahip çıkar, ancak evine, sürüsüne yıldırım düşenleri lanetli sayar, ondan uzak durmaya bakar. Bulutlar yığıldı mı ivedi kaydıyla büyücüleri çağırır, "n'olur dağıt şunları" diye yalvarmaya başlar. Şamanlar kral Bakşiler de (şamanlar) yokuş yapar, "tanrılar şu kadar ala sığır istiyor, bu kadar kara koyun istiyor" der yollarını bulurlar. O kadar nazlanırlar ki talepleri karşılanıncaya kadar zaten hava açar. Özellikle yırtık pırtık giyinir ve asla yıkanmazlar. Göz boyamayı bilir sofradaki tabakları, çanakları uçurup kaçırarak şov yaparlar. Marco Polo ilk kez burada kömür görür, uzun uzun "yanan taşları" anlatıp okuyucuları şaşırtmaya bakar. Asyalılar ocaklarda kömür yakar, hamamları kömürle ısıtırlar. Poloların derdi, Hıristiyanlık adına bir iz bulabilmektir, yörede ısrarla keşiş, manastır arar, rastgeldikleri üç beş şaşkını örgütlemeye çalışırlar.