Muhammed bin Saîd Şerefüddîn, mağripli bir berberidir, Hicri 609'da Behnesâ vilayetine bağlı Behsim beldesinde doğar. Babası Fas, Busayr'dan (Habnûnoğulları'ndan) geldiği için "Busayri" lâkâbıyla anılırlar. O yıllarda ilme sevdalı gençler Kahire'ye koşarlar. Busayrlı Muhammed de öyle yapar, sokaklarında abidlerin, ariflerin dolandığı şehirde aradığını fazlasıyla bulur. En gözde medreselerde okuyup icazetini alır ve bir süre maliye katipliğinde (Bilbis'te) bulunur. Mesai arkadaşları arasında çok miktarda Hıristiyan ve Yahudi vardır. İmam-ı Busayri muharref Tevrat ve İnciller üzerine araştırmalar yapar, onlara, onların kabul edebilecekleri deliller sunar. Doğrusunu isterseniz memurluk pek ona göre değildir, nitekim döner dolaşır Kahire'ye yerleşir, kapısını fıkh, hadis, kıraat öğrenmek isteyen taliplere açar. Bu arada ediplerle şairlerle sohbete oturur, Arap Dili ve Edebiyatı üzerine derinlemesine tahliller yaparlar. Haçlı seferlerinin sürdüğü yıllarda yöre karışır, her taşın altından bir misyoner çıkar. Muhammed Busayri onları yakinen tanır, hem Hıristiyanları hem de Yahudileri susturacak reddiyeler hazırlar. Suret değil siret Mâlum, Müslümanlar, Hıristiyanlar gibi peygamber sureti çizmez, şekle boğulmazlar. Lakin siretini (ahlâkını seciyesini) öyle bir anlatırlar ki, gönüllerde çiçek açar. İmam-ı Busayri Resul-i Ekremin yaşadığı devir ve söylediği sözler üzerine çok ter döker. Siyer ve hadis üzerine okumadığı kitap kalmaz. Evet zahiri ilimleri ikmal etmiştir ama doymaz, tesavvuf yolunda elinden tutacak bir Allah dostu arar. Nihayet Ebü'l-Abbâs Mürsî kanalıyla, Ebü'l-Hasan-ı Şâzilî hazretlerine intisap eder, nurlu şerifin terbiyesinde hallere sırlara kapı aralar. Bu büyük velinin dergâhında Serveri kâinat aşkıyla dolup taşar, içini kalemine açar. O güne kadar sadece reddiyeler hazırlayan İmam-ı Busayri "sevdirmenin reddetmekten daha tesirli olduğunu" farkeder ve Efendimize mersiyeler yazar. O tatlı üslubu ile 18 bin âlemin Mustafâ'sını meth eder ve Afrika aydınlanmaya başlar. Murâdiyye ve Hemziyye gibi yüzlerce n'at ve kaside yazan yanık aşık aynı zamanda mükemmel bir hattattır. Fahr-i âlemi anlatırken nasıl kulağa en hoş gelen kelimeleri seçiyorsa, hattıyla da göz okşamaya bakar. Peygamber duası İmâm-ı Busayrî ruhen güçlü olmasına rağmen bünyesi zayıftır, sık sık hastalığa yakalanır. Kaldı ki ailesi kalabalık, masrafı ağırdır. Zaman zaman hamallık ırgatlık gibi kırık dökük işlerde çalışmak zorunda kalır. Olacak bu ya bir de nüzul inmesin mi? Bir yanı kontrolden çıkar, parmağını bile oynatamaz. Felç bu kolay mı? Hekimler ellerini çaresizlikle açar, başlarını menfi menfi iki yana sallarlar. İmam-ı Busayr "şifa Allah'tandır" (Celle Celalüh) der, derdine katlanır. İyileşirse iyileşir, iyileşmezse de hikmeti vardır. İşte bu ruh hali ile Seyyid-ül Mürseline sığınır ve en içli mısralarını sıralar. O gece rüyâsında Fahr-i Kainatı görür, ona "okumasını" emr buyururlar. "Ya Resulullah sizin adınıza yüzlerce kaside yazdım" diye sorar, "hangisini okumamı arzularsınız?" Efendimiz "El-Kevâkib-üd-Düriyye fî Medh-i Hayr-ül-Beriyye" adlı kasidesinin ilk beytini terennüm edip, susarlar. Gerisini İmam-ı Busayri tamamlar. Ama nasıl? Sular seller gibi çağıldar, bülbüller gibi şakırdar. Şifa Allah'tan Efendimiz ziyade memnun kalır, felçli tarafını mübarek elleriyle sıvazlar ve sırtından bürdelerini çıkarıp üzerine bırakırlar. İmam-ı Busayri büyük bir neşeyle, anlatılmaz bir hazla uyanır. Gayri ihtiyari ayağa fırlar. Aaaa... Hastalığından eser kalmamıştır. Üstelik sırtında bir hırka vardır ki gül gülistan kokar. Derhal abdestini alır, sabah namazını kılmak için mescide koşar. Yolda rastladığı bir derviş (Ebü`r-Reca) "Ey Busayrî" der, "kasîdeni dinlemek isteriz, bu garibi mahrum bırakma" - Benim kasîdelerim çoktur ve bu civarda kimden istesen okur sana. - Onları bizde biliyoruz, sen bana Resûlullah'a sunduğunu okusana... Arifler böyledir işte, haydi gel de sır sakla... Nitekim Vezir Behâeddin de hadiseyi duyar, kasideyi İmam-ı Busayri'nin ağzından dinlemeyi arzular. Düşünebiliyor musunuz koca nazır kaside bitene kadar hazırolda durur, ne sallanır, ne kıpırdar. Yedi iklim üç kıtada O günden sonra zikrolunan kaside "Kaside-i Bürde" adını alır ve hızla yayılır. Sadece kuzey Afrika'dakileri değil, Asya bozkırlarındakileri de Tuna Boylarındakileri de kuşatıp sarar. Hocaefendiler Mevlid gecelerinde onun beyitlerini okur, kulakların pasını, yüreklerin kirini alırlar Hatta son münacât kısmını felçliler tekrarlar, şifa vermesi için Cenâb-ı Hakk'a yalvarırlar. Hani Habibinin hatırına... İmam-ı Busayri hastalığı atlattıktan sonra uzuun yıllar yaşar ve Efendimize birbirinden güzel mersiyeler yazar. Vefat edince onu Kurâfe Kabristanına (Kahire) defneder, İmam-ı Şafii gibi bir zirveye komşu yaparlar. Sevenleri iki güzide veliyi ziyaret eder, Allahü teâlânın izni keremiyle feyzlerinden hissedar olurlar. Efendimizin hırkalarını bağışladığı Kâ'b Bin Züheyr'in (Radıyallahu anh) ardından, İmam-ı Busayri'den bahsetmenin yerinde olacağını tahmin ettik. Ama bitmedi, bu seriyi bir başka şairle tamamlamak gerek. Hatırlayın Bursa'da doğup büyüyen ve yine orada vefat eden... Evet, evet bildiniz. Sıra Mevlid-i şerif yazarı Süleyman Çelebi'de... Düşünüyorum da... Aleyhisselatü vesselam Efendimiz mânâ aleminde Çelebimizin omzuna da bir hırka koydular mı acaba?