Amerikalılar, Kristof Kolomb'un (1492) ayak bastığı andan, son direnişçi Geronimo'nun teslim olduğu güne kadar (1886) Kızılderililerle uğraşırlar. Onları sürer, aşağılar, beşikteki bebeleri bile kırarlar. Sadece üç asırda on bin yıllık bir uygarlığı siler atar, 50 milyon yerliyi ortadan kaldırırlar. Biliyor musunuz uzmanlar Kızılderililerle akrabalığımızı çok konuşurlar, mevzumuz bu değil ancak yerliler de bizim gibi barışçıdırlar, insana tabiata saygılıdırlar ama ihanete uğrayınca tutulmaz olurlar. Çok düşünürler, az konuşurlar ve hürriyete sevdalıdırlar. Gözleri karadır, iyi ok atar, felaket at koştururlar. İçlerinden efsane reisler çıkar ve liderlerine ölesiye sadıktırlar. Bütün bunları alt alta yazarsanız karşınıza börklü tolgalı bir Asya Türk'ü çıkar. Barbar batılılar Kızılderililerin en belirgin özelliği çevreye saygılarıdır. Bırakın insanları, hayvanların, otun, ağacın bile canının yandığına inanır, dalları yaprakları incitmekten sakınırlar. Halbuki kovboylar kana doymaz, ovalar dolusu geyik kırar, postunu almayacağı ayıları vurur, ağaçları kökler atarlar. Kızılderililer düşmanının bile cesur ve kuvvetli olmasını arzular, zayıfı yenmekten utanç duyarlar. Affetmesini bilir, güçlüyken can yakamazlar. Batılılar bu inceliği iyi kavrar, sıkıştıkça el kaldırır, anlaşma yaparlar. İmza atmaktan mühür basmaktan kaçınmaz ama sözlerinde durmazlar. Kızılderililerin aklı bu sahtekarlığı almaz, soluk benizliyi bir türlü anlayamazlar. Yerliler, düzenli bir aile hayatı yaşar, başkalarının kadınlarına bakmazlar, hırsızlık, uğursuzluk yapmazlar. Dahası yanlarına geleni korur, doyurur, gönlünü hoş tutarlar. Buna rağmen gazeteler, dergiler "yabanileri" karalar, "kötü adam" rolünü hep onlara sunarlar. Amerikalı anneler, çocuklarını kucaklarına oturtur, parmaklarını tek tek kıvırıp "Kızılderiliyi bu görmüş, bu tutmuş, bu vurmuş, bu kafa derisini yüzmüş, bu da hani bana, hani bana demiş" tekerlemesini düzer, minicik yavruya "hasmını" tanıtırlar. Bu propaganda öyle bir zemin bulur ki hayatında Kızılderili görmemiş insanlar bile (mesela biz) onlara düşman olurlar. Nitekim Navajolar, Pejolar, Mohawklar, Pokanoketler, Siular, Mohikanlar, Şirokiler yaz güneşinin altındaki kar gibi yok olurlar. Apaçi reisi Kızıl Yen (Mangas) hür doğar, hür yaşar, hayatı boyunca hürriyet mücadelesi yapar. Bir ömür dağlarda dolanmanın verdiği tecrübe ile pusuların kokusunu alır, kolay kolay yaşa basmaz. Her silahı kullanır, yaşı yetmişi aşmasına rağmen genç muhariplerden hızlı koşar. Beyazlar bakarlar olacak gibi değil ona tatlı dilli adamlar yollarlar. Hüzünlü hüzünlü içlerini çeker "şu akan kanı durduralım, gençlerimize yazık oluyor" diye ağıt yakarlar. Kızılderiliye "barış" dendi mi akan sular durur, Mangas'ın yufka yüreği de tez yumuşar. Görüşmelere katılmak üzere beyazların kışlasına yürümekten kaçınmaz. Mangas'ın savaşçıları beyaz adama güvenemez, beyaz bayrağa bile inanmazlar. Ama o sözünde durur, "yapma reis" diye yalvaran fedailerini bir el hareketiyle geri yollar. Kaçmaya çalışırken Askerler barış yolunda tek başına yürüyen ihtiyar reisi kuşatır, Mc Lean kalesine getirip deliğe tıkarlar. Hadisenin şahidi, gönüllü savaşçı Daniel Conner'in anlattıklarına bakılırsa General West, Mangas'ın mahpus tutulduğu hücreye gelir. Aslında Büyük Reis'ten iridir ama bu vakarlı adamın yanında fare gibi ufalmaktan kurtulamaz. Arada parmaklıklar olmasına rağmen yaklaşmaktan korkar. Daniel Conner, Mangas'ın asil tavrından çok etkilenir, ilk kez gönüllü yazıldığına pişmanlık duyar. Onu kurtarmak için ölümü göze almaya hazırdır ama bu fırsatı yakalayamaz. Gece kararınca askerler ateş yakar, Mangas'ı meydana çıkarırlar. Cildine izmarit basar, suratına ustura atar, ateşte kızdırdıkları süngülerle vücudunu dağlarlar. Mangas asla eğilmez, gıkını bile çıkarmaz. Nitekim beklenen emir gelir, kahrolasıca parmaklar, kırılasıca tetiklere dokunurlar. İhtiyar reisin bedenine yüzlerce mermi sıkar, kafa derisini yüzer, beynini suda haşlarlar. Barışı kucaklamak için ölümü göze alan savaşçıyı götürüp bir çukura atarlar. General West'in katibi belki kırk defa yazdığı raporun benzerini kaleme alır, "kaçmaya çalışırken vuruldu" cümlesinin altını karalar. Kızılderiliden vecizeler * Soluk benizli önce bizon postu kadar bir toprak istedi. Verdik. Ama yetinmedi, ormanlarımızı ezdi, göğümüzü kararttı, suyumuzu kirletti. Bir gece kırmızı urbalıların tekmeleriyle uyandık. Savaşçılarımız hayvan gibi kesildi, kadınlarımız ipe dizildi, köyümüz ateşe verildi. * Amerikan yönetimi, altında dolandığımız yıldızları bayrağına hapsetti. Onlara göre özgürlük "meşale tutan bir heykeldi". Beyaz adam kibirliydi, asabiydi, çok konuştu, az dinledi. Hak hukuk adaleti, narin nahif bir kadınla simgeledi. Zavallının eline terazi verdi, gözüne mendil gerdi. Biçare "adaletçik", ırzına geçeni bile bilemedi... * Ey topraklarımızı çalan işgalciler, size nasıl inanıp güvenelim? Kendiniz söylüyorsunuz, peygamberinize bile eziyet etmediniz mi?