Mahir hekim, usta kalem Dr. Yalçın Özer

A -
A +

Yalçın Ağabeyi talebelik yıllarımdan tanırım. O zamanlar Bakırköy hükümet tabibiydi, işi yıpratıcı, mesuliyeti ağırdı. Ancak odacısı ve şoförü (işçi kadrosunda oldukları için) iki misli maaş alırlardı. Onlar üst-başa para harcamasalar da olurdu ama bir hekim tiril tiril giyinmek, eli yüzü düzgün bir semtte oturmak zorundaydı. Misafir ağırlamalı, hediye almalı, yemek ısmarlamalıydı... Oturduğu koltuğun icabı adamlarını da kollamalı, elemanlarına "harçlığınız var mı, bak çekinmeyin isteyin" diye sormalıydı. Bu çarpıklıklardan sadece biriydi, ki onun araştırmacı gözü sağlık sisteminde, eğitimde, ekonomide kim bilir ne terslikler yakaladı. Yapacağı iki şey vardı, ya halinden şikâyet edecek, eşe dosta dert yanacaktı. Ya da siyasete soyunacak "yöneten" olacaktı. Yalçın Özer ikincisini seçti ve gençlik kolları can çekişen Adalet Partisi'ne gözle görülür bir ivme kattı. Gazetecilik mi? O zaten damarlarında vardı... Ben askerdeyken Yıl 1982... Böylesi bir kış günü... Etimesgut Sıhhıye Mektebinde askerliğe adım atıyoruz, yerler buz, hava ayaz. Vatan borcu bu, tatile gelmedik ya. Ufak tefek sıkıntılara aldırmam, iyi de namazı nerede kılsam? Erin birine mescid soruyorum, bodrum katını işaret ediyor. İniyorum, kalorifer kazanı, borular, kovalar, paspaslar... Kenara sıralanmış koli kartonları ve ön yüzü oval kesilmiş bir tahta. Demek ki benden başka kılanlar da var... Pusulamı çıkarıp yön tayini yapıyorum, tam tekbir alacağım arkamdan bir ses: "Olmadı biraz daha sağa!" Aaa ben bu sesi tanıyorum. Dönüyorum Yalçın Ağabey, sımsıcak gülümsüyor. Bıyıklar uçmuş, saçları kısalmış ama hâlâ yakışıklı... Ya da bana öyle geliyor. Körün aradığı bir göz Rabbim cemaat imkânı veriyor... Biber farkıyla Yemekler gayet güzel, en azından fakülte kantinlerinde yediğimizin fevkinde çıkıyor. Lâkin devrenin neredeyse tamamı mütehassıs hekim. Bir çoğu yurtdışından geliyor. Yemeğe çatallarını bile vurmuyor, neredeyse bir fersah yol yürüyor, Tank Tümeninin derinliklerinde Çokoprens arıyorlar. Yalçın Abi süzme Maraşlı "İrfan'ım yemeğin iyisi kötüsü olmaz" diyor, "yeter ki acısını koy!" İç cebinden (sanırım "Bağdat" marka) bir biber rulosu çıkarıyor. Tabağı kırmızıya boyayıp ekmeğini bandırıyor. Dilinde şükür, yüzünde neşe... Ya bu ne hoş bir insan, küçücük şeylerle mutlu oluyor. Peki çay? Yemekhanenin köşesinde banyo kazanı gibi alet var, içine bir paket ucuz ot boca ediyorlar. Askercik kepçeyi daldırıp daldırıp kupalara dolduruyor. Yalnız, kupalar metal, dalgaya gelenin dudağı kabarıyor... Yıldızlı otellerde fincanlı servise alışan beyler çaycıyı boykot ediyorlar. Yalçın Abi boykot moykot tanımıyor, çayçıyla olan dostluğunu hiiiç bozmuyor. Askercik adam yerine konunca altında kalmıyor, artık bize (kimseye demeyin) demlik çayı uzatıyor. Elimizde ince belli bardaklar. Hüüüp!.. Ohhhh! Efendim Yalçın Abi'den asker olur mu? Asla! Üstü başı benden beter, kepini kaybediyor, potinlerini boyamıyor, içtimalara geç kalıyor. Ama bu ocaktan rahatsız değil, enim konum keyif alıyor. İleri yaşına ve kilosuna rağmen ayaklarını rap rap zemine vuruyor. Artık ne şafak sayıyorum, ne tatil bekliyorum. Ceza alıp, kışlada kaldığımız günler bile dolu dolu geçiyor!.. Nur içinde yatsın... Yalçın Abi dost kazanmakta zorlanmıyor. Artık kantinde otururken önümüze semaverler konuyor. Başlıyor anlatmaya Babıalideki kalem ehliyle olan hatıralarını nasıl da ballandırıyor. Onun okur yazar olduğunu biliyor ama bu kadarını beklemiyorum, sanki Goethe, Kafka, Puşkin masamızda oturuyor. Malayani de yapmıyor, sözü döndürüp dolaştırıp Türk İslam büyüklerine getiriyor. Halkaya katılanlar birer ikişer artıyor, hatta zaman zaman nöbetçi subayları da takılıyor. Günün birinde komutandan namaz kılmak için kullanılmayan odalardan birini istiyor, ben vereceklerini sanmıyorum ama mescidimiz de oluyor. Bağlum özlemi Hafta sonları mutlaka Bağlum'a gidiyoruz. Bu şirin beldede medfun bulunan Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine karşı anlatılmaz bir muhabbet besliyor. O yıllarda üzerinde 5 mark döviz taşıyan, iki dal Kent ya da Palmall yakalatan çıra gibi yanıyor. Mahalle bakkalları sultan, henüz megamarketler bilinmiyor. Şehir planlamasını müteahhitler yapıyor, ulaşım dolmuşçulardan soruluyor. Bir masada on memur, koridorda yirmi odacı pinekliyor. Devlet üstüne vazife gibi don, pijama dikiyor. Özelleştirme cızzz! Bu kelime "vatana ihanetle eşdeğer" sayılıyor. Adam kıtlığına bakın gazete ilanlarıyla "daktilo bilen eleman" aranıyor. Kalitesizlik almış başını gitmiş, gümrük duvarları hep birilerine yarıyor, hışırı çıkmış arabalar sıfırından pahalıya gidiyor. . Rahmetli Özal "köprüyü satacağım" deyince hiç şaşmıyorum, zira ben buna benzer şeyleri Yalçın Ağabey'den çok dinlemiş, çoktaaan kabullenmişim. Tercihi torba Bilirsiniz yedeksubay okullarında birinci olanlar kuraya katılmaz, listeden yer seçip arzuladıkları yerde vazife alırlar. Yalçın Abi istese nazari dersleri yer yutar ama hiiiç umursamıyor. Tercihini elini torbaya atmaktan yana yapıyor. Ve atıyor da... Çekiyor... Çanakkale Zincirbozan! Bakın şu Cenab-ı Hakkın işine, hâzâ ikram! Zira 12 Eylül sonrası Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş gibi Türk siyasetine yön veren isimler bu kampta tutuluyor. Hepsi yaşlı, romatizma, şeker, tansiyon... Tbp. Astgm. Yalçın Özer'in odasından çıkmıyorlar. Sivilde yanına yaklaşılmayan liderlerle dost oluyor. Ona içlerini açıyor, hayat hikâyelerini, hedeflerini ve "nerede yanlış yaptıklarını" anlatıyorlar. Fırsat bu fırsat. Yalçın Ağabey gece gündüz malzeme topluyor. Askerden sonra bunları okuyucularımızla paylaşıyor. Nitekim Gazeteciler Cemiyeti onu son 10 yılın en iyi gazetecisi (1986) seçiyor. Sonrasını biliyorsunuz, TV programları, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adaylığı... Siyasetten anlayanlar "göreceksiniz bak, bu çocuk başbakan olacak" derken, ecel şerbetini içiyor. Ve o çok sevdiği Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerine kabir komşusu oluyor.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.