Jules Verne, çılgınlar gibi kitap karıştırır, ansiklopedik bilgilere hikaye yakıştırmaya bakar. Onun kahramanları kah yanardağlara çıkar, kah kutuplara koşarlar. Sırf Karadeniz kıyılarını anlatabilmek için İnatçı Keraban adlı bir kahraman tasarlar. Güya bu adam inat mı inattır, sırf on para vergi vermemek için Boğazın bu yakasından o yakasına (Tophane'den Üsküdar'a ) Karadeniz'i dolaşarak (Köstence, Kırım, Batum, Rize, Trabzon üzerinden) ulaşmaya kalkar. Misafirleri Van Mitten ile uşağı Bruno'yu da peşine takar akıl almaz maceralar yaşarlar. Kaptan Grant'ın Çocukları'nda Coğrafya Enstitüsünden Prof. Paganel, binbaşı Mac Nabbs'le takışır. Güya 50'yi aşkın kâşifin ismini, milliyetini ve hayatını anlatarak iddiayı kazanır. Netice de Mc Nabbs'ın karabinasını elinden alır. Takdir edersiniz ki hiçbir çocuk ansiklopediyi açıp bu kadar kâşifi okumaz. Fransız Kralı, Jules'i "eğitime verdiği destekten dolayı" Legion d' honneur ile mükafatlandırır, ancak madalya marasiminden iki saat sonra ihtilal patlar, imparatorluk batar. Uygunsa uydur Efendim Phileas Fogg 80 günde devrialem yapabileceğine inanan bir maceracıdır ve bu uğurda iddiaya girmekten kaçınmaz. Gezisine 2 Ekim 1872'de akşam saat 8:45'te başlar. Sürekli Doğuya giderek Dünya turunu tamamlar. 21 Aralık akşamı Batı cihetinden Londra'ya ulaştığında saat 8'i 50 dakika aşar. Beş dakikalık bir gecikmeyle iddiayı kaybeden Fogg neden sonra sürekli doğuya giderek bir gün kazandığını anlar. Zira her derecede dört dakika kâr etmiş ve zikredilen mesafeyi 79 günde tamamlamıştır. Burada hesap bire bir oturur ama "Denizler Altında 20 bin Fersah"ta kelimenin tam manasıyla saçmalar. 1 fersah, 3 mil (yaklaşık 5.5 kilometredir) 20 bin fersah 110 bin kilometre filan yapar. Halbuki dünyanın çapı 12.756 kilometredir ve Nautilus hedefine varamadan yerkürenin öbür ucundan çıkar. Eh tabii bu arada mağmada eriyip buharlaşmazsa... Anlaşılan "fen falcısı" diye tanıtılan üstad rakamları abartmakla kalmaz, onla çarpıp kafasını gözünü yarar. Bu hesap "gerçekçi ol, imkânsızı iste" diyen bir yazara yakışmaz. Jules Verne edebi eserleri de dikkatle takip eder, ilgisini çeken bir hikaye olursa "araklamaktan" kaçınmaz. İcabında intihalin kralını yapar. Ancak hikayeyi kendi tarzı ile kurar ve iskelete çok şey katar. Nitekim Edouard Cadol "80 Günde Devrialem"e, LÇon Delmas ise "Arzın Merkezine Seyahat"e sahip çıkar onu hırsızlıkla suçlarlar. İyi de güzelim, Jules artık ünlü biridir, rahatlıkla üste çıkar. Kaptan Grant'ın Çocukları'nda hadiseyi sürükleyen şifre dümenini Poe'nun "Altın Böcek" hikayesinden aparır. Ancak Poe mevta olduğu için problem çıkmaz. Jules Verne tabiri caizse hayal gücü satar, kâh Ay'a seyahat planlar, kâh denizler altına dalar. Görüntülü telefon, elektrikli motor, tank gibi yeniliklere de kafa yorar. İşte sırf bu yüzden onu "Bilim Kurgunun Babası" sayarlar. Her ne kadar denizaltı fikrinin de ondan çıktığı sanılırsa da Osmanlı şehzadelerinin sünnet düğününde timsah şeklinde bir tekne Haliç'in derinliklerinden fırlayıp ağzını açar, ellerindeki tepsilerle uşaklar görünür, şaşkın seyircilere servis yaparlar. Jules, birçok yazarın kalem oynattığı atom bombası, televizyon, faks ve otomobil gibi mevzularda tek satır yazmaz. Jules, kahramanını Ay'a yollamak için bir mermiye bindirmeyi düşünür ancak çekirdek içindeki adamın o ivmede pestile döneceğini ve sürtünme ısısı ile buharlaşacağını hesaplayamaz. Bütün bunlara rağmen iyi bir müşahedecidir, kuşların teleklerini ince ince inceler ve uçmak için kanat çırpmaya gerek olmadığını, istenirse bir pervane yardımıyla yol alınabileceğini söyler ve doğruyu yakalar. "Görünmez adam" ve "zaman makinesi" gibi abuk fantezilerin ise kimseye bir hayrı olmaz, teknolojide ulaştığımız noktaya rağmen uçuk kalır, ayakları yere basmaz. Ya tutarsa... Zaman zaman etkilendiği akımlara destek sağlamak için masal uydurur, mesela Evrimcilere kıyak olsun diye yazdığı "Maymun İnsanlar" adlı kitap kafa karıştırmaktan başka işe yaramaz. Jules Verne hayatının son yıllarında üstüne vazife olmayan işlere kalkar. Şöhretini kullanıp belediye meclisi üyesi olur, sirk yöneticiliği gibi "kel alaka" branşlara atlar. Sanıldığunun aksine derinliği olmayan bir yazardır ve Fransız edebiyatında da bir yer tutamaz. Yaşlandıkça hayal gücü azalır, yayınevleri kitaplarını basmayarak ona iyilik yapar, madara olmasına mani olurlar. > Kuşa benzemese de... "Robur, havada uçan hayvanların ağırlığı arttıkça kanat açıklıklarının da büyüdüğünü belirlemişti... Ancak uçan bir makine yaparken, kuşları örnek almak lüzumsuzdu. Bir lokomotif ne kadar tavşana benzemiyorsa, bir gemi de o kadar balığa benzemiyordu. O halde, insanoğlunu uçurabilecek makinenin kuşlara benzemesi de şart değildi... Yaptığı araştırmalarda, kuşların kanat çırparken, hava basıncını kendi yararlarına kullandıklarını farketmişti. Aynı şekilde havada tutunabilir ve hareketi hızla dönen bir pervane ile sağlayabilirlerdi..."