Muhammed Bâkî-billah

A -
A +

Muhammed Bâkî-billah hazretleri, hâllerini gizlemekte mahirdir. Dâimâ hüzünlü olmasına rağmen huzûruna gelenleri neşeyle karşılar. Yemez yedirir, giymez giydirir, açları doyurmaya bakar. Hassasiyete bakın, "ya incinirse" diye hayvanına bile binmekten korkar. Eğer talebelerinden biri kusur işlese kendinden bilir "Bunlar bizim fenâ sıfatlarımızın akisleri, onların elinden ne gelir ki?" buyururlar. Uygun olmayan işler yapanları îmâ ile sakındırır, mevzuyla alâkalı menkıbeler anlatırlar. Emr-i mârûf yaparken, kendilerini de hadisenin içine katar, kimseyi hafife almaz, kimseyi töhmet altında bırakmazlar. Hindistanın cahili çoktur, zaman zaman ona da bağırıp çağıranlar çıkar. Mübarek sadece gülümser, muhatabına "haklısın" der, kendini asla savunmaz. Bedenen zayıf olmasına rağmen dâimâ abdestli olmaya çalışır, azalarında hâlsizlik ve yorgunluk hissettikçe yeniden abdest almaya koşar. Lokmaya dikkat Bâkî-billah hazretleri lokmasına çok dikkat eder, yemek pişirenin abdestli olmasını, dünyâ kelâmı söylememesini arzular. "Huzur, safa ve ihtiyât sâhibi olmayanın yemekleri feyz kapısını kapatır" buyururlar. Onunla karşılaşanlar "Yeryüzünde yürüyen bir meyyit görmek isteyen, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, (Ebû Bekr-i Sıddîk'a) baksın" hadîs-i şerîfini hatırlar. Nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara işler, gafiller (hattâ Budistler) bile tesirinde kalır, "bu nasıl insandır, görünce aklımıza Allah geliyor" itirafında bulunurlar. Bu kadar itibarlı olmasına rağmen yalnız dolaşır ve garipler gibi duvar gölgelerinde otururlar. Eğer talebelerinden birinin bir edebi terk ettiğini bilse, yüzüne vurmaz, umumiyetle rüyâsına girip îkâz eder, ama asla başına buyruk bırakmaz. Sadece üç sene irşâd makâmında kalırlar, ancak bu süre zarfında yüzbinlerce talip onun şerefli sofrasından nasîbdar olur, Hindistan Ahrâriyye yolu bağlıları ile dolar taşar. Eteğinden tutunca Muhammed Bâkî-billah hazretleri, yaşı kırka yaklaştığında ölüme hazırlanır, "bugünlerde bir nakşi vefat edecek onu şehrin (Delhi'nin) kenarına gömün, kalabalıktan kurtulsun" şeklinde üstü kapalı şekilde vasiyetini yapar. Nitekim bir gece rüyasında Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin uzattığı gömleği giyer, sadık talebelerine bunun kefeni olacağını fısıldarlar. Ölüm halleri belirdiğinde hüzünlenen talebelerine "siz nasıl dervişlersiniz, kazâya rızâ gösterin" gibilerinden bakar. Allahü teâlânın ismini zikrede ede gözlerini yumarlar ki henüz kırk yaşındadırlar. Bâkî-billah hazretlerinin sağlığında çok sevdikleri bir mesire vardır. Zaman zaman oraya çekilir, namaz kılarlar. Hatta bir ara eteğine yapışan toprağa bakar, "burası eteğimizden tutuyor" buyururlar. Vefâtlarından sonra, talebeleri nurlu naaşı omuzlarlar. Ancak ayaklarına hakim olamaz, ister istemez tabutun ardına takılırlar. "bakalım n'olacak" derken, kendilerini bahsi geçen mesirede bulurlar. Tabutun durduğu yerde durur, kabrini kazarlar. Bilahere bu mıntıkaya meyveli ağaçlar ve nefis çiçekler diker, kabristanı gülistan yaparlar. Muhammed Bâkî-billah'ın komşularından bir genç vardır ki azıcık haşarıdır. İçer, sızar ve her melaneti yapar. Mübarek, ıslâhı için dua eder, onu hoş tutarlar. Bir gün talebelerinden biri (Hâce Hüsâmeddîn) taşkınlıktan bizar olur, gider karakola şikayet eder, zaptiyeler gelir o genci içeri alırlar. Muhammed Bâkî-billah Hâce Hüsâmeddîn'e niye böyle yaptığını sorar. - Fıskı ortada başkalarını huzursuz ediyor. -Ah Hüsameddin ah! Kendini sâlih ve hayırlılardan sayarsan, böylelerini kötü ve şerli bilirsin. Eğer ondan farksız değilim diyebilseydin, asla şikayet edemezdin. Büyük velî işini gücünü bırakıp komşusunu kurtarmaya bakar. Çalmadık kapı bırakmaz, icabında kefil olur ve o genci hapisten kurtarırlar. Delikanlı Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin yakın alâkası ve şefkati karşısında son derece mahcup olur, tövbe eder ve halis bir Müslüman olmaya bakar. İnayeti umumi Bir Ramazân-ı şerîf akşamı İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebelerinden biriyle üstâdına bir çanak yoğurt yollar. Muhammed Bâkî-billah hazretleri kapıyı açar ve talibe adını, işini sorar. "Mâdem Şeyh Ahmed'in yanındasın, bizimle berâbersin" buyururlar. Bu kadarcık bir görüşme bile yeter, genç molla "dağlarda taşlarda, yerde, gökte ve ağaçlarda vasıflandırılamayan nûrlar görmeye başlar. İmâm-ı Rabbânî hocası Muhammed Bâkî-billah'ı kastederek; "Muhakkak o güneşten, bu zerreye bir şuâ aksetti" buyururlar. Ki onların teveccühüne mazhar olanların kalbi anında zikre başlar. Buyurdular ki: * Kalbinde mârifet-i ilâhî isteği olmayanla arkadaşlık yapma! Câhil tarîkatçılarla berâber bulunma! İlmini, mevkî, makam için kullanandan aslandan kaçar gibi kaç. * Oruç tutmak, Allahü teâlânın sıfatıyla sıfatlanmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ yemekten ve içmekten münezzehtir. * Sakın her bulduğunu yiyenlerden olma! Haram ve şüphelilere yaklaşma. Ümîd ipine sarıl ve ucunu bırakma. * Müslümanın meşrû sebeplere yapışması ve çalışması lâzımdır, ondan sonra tevekkül gelir. Bir şeyin hâsıl olmasına sebeb olan işi yapmayıp da, sebepsiz olarak gelmesini istemek, kapıyı kapatıp, pencereden beklemeye benzer ki, edebsizlik olur. Allahü teâlâ ihtiyâçlarımız için kapıyı yaratmış ve açık bırakmıştır. Onu kapamamız doğru değildir. Bizim vazifemiz kapıya gidip beklemektir. Sonrasını O bilir. Çok zaman kapıdan gönderir. Dilerse pencereden de verir. * Gönlünüz dostla olsun, bedeniniz işinde bulunsun.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.