Mütebessim müezzin Sütçü İmam

A -
A +

"Sütçü İmam ne iş yapardı" diye sorulsa, çoğumuz "imam" deriz. Hayır. "İmam" adıdır ve yine adı üzerinde "sütçülük" yapar... Gelelim hikayemize, İmam ilme meraklı bir çocuktur. O da akranları gibi rahle-i tedristen geçer ama mahalle mektebinden aldıklarıyla doymaz. Sohbet sohbet ariflerin, abidlerin peşinde dolanır, ulemadan hisse kapmaya bakar. Babası Kireççi Ömer ile Annesi Emine Hatun onu İstanbullarda okutmayı çok arzularlar. Arzularlar ama paranın gözü kör olsun, üç kuruşu üst üste koyamazlar. İmam, çok okur, çok dinler, kendine göre notlar tutar. Ciddi bir alimdir ama diploma icazet peşinde koşmaz. Adı İmam olsa da imamlık yapmaz. Lakin müezzinliği kimselere bırakmaz. Hizmetine koştuğu camiyi çiçek gibi temizler, gözü gibi bakar. Kış günleri herkesten önce gelir sobayı yakar. Camları siler, pirinçleri ovar, mermerleri yıkar, ortalık mis gibi gül suyu kokar. Kandilleri, peşkirleri, ibrikleri, takunyaları, hasırları, tabutları hep ondan sorarlar. İmam, herkese hesap verir ama kimseye iş buyurmaz. Bu işlere mukabil tek kuruş ücret almaz. Maişetini mi? Süt, yoğurt satarak karşılar. Şikayetler bıktırınca Maraş'a yerleşen İngiliz İşgal ordusunun tecrübeli komutan Kolonel Max Andrio uyanık bir adamdır, iddialar, iftira çıktıkça Ermenilerden sıkılmaya başlar. Ama yine de şehir eşrafını karargahına davet eder, iki yerli papazın yanında "bundan böyle azınlıkları üzecek hareketlerde bulunmayın" der, tabiri caizse adamların gazını alır, bir nevi pansuman yapar. Bunun üzerine söz alan Şeyh Ali Sezai Efendi veciz bir konuşma ile iddiaların asılsız olduğunu ispatlar. Her şey o kadar nettir ki papazlar sükut eder ve "arkadaşın görüşlerine katılıyorum" demek zorunda kalırlar. O günden sonra İşgalciler Ermenilere yüz vermez, ne yalan söyliyelim Türklere de mülayim davranırlar. Mahalli hükümetin işlerine karışmamaya, Osmanlı zaptiyesine müdahale etmemeye çalışırlar. Yine de gâvur gâvurdur, mesela bir zamanlar Maraş'ta Sancak Beyliği yapan İsmail Kemal'i sebepsiz mesnetsiz tevkif eder, içeri tıkarlar. Huzur batınca... Ermenilerin keyfi beyde yoktur gelgelelim adamlara huzur batar, yeni bir şikayet dalgası ile İşgal Ordusu karargâhını ablukaya alırlar. İşgalcilerin siyasi komiseri Mısırlı Hasan Rufai: "Biz buraya asayişi temine geldik. Hukuki işleriniz için müracaat mercii hükümet daireleridir" deyip adliyenin yolunu gösterince bir anda İngiliz aleyhtarı kesilir ve o günden sonra Fransızlar'a oynarlar. Hasılı Mısırlı Hasan Rufai ile Şeyh Ali Sezai arasındaki dostluk halka da yansır, kimsenin başı ağrımaz. Hoş, İngilizlerin gözü Anadolu'da değildir, onlar petrol yataklarına sulanırlar. Nitekim ne yapar, yapar (Suriye İtilafnamesi ile) Musul'a el atarlar. Sus payı olsun diye Maraş'ı, Antep'i ve Urfa'yı Fransızlar'a bırakırlar. Yol gözükmeli olunca Hintli Müslümanlar Türklere gizli gizli silah ve cephane sızdırırlar. Hele Maraş'ın Fransızlara devri "netleşince" riski göze alır, sandık sandık mermi bırakırlar. "Fransız" kalırlar İngilizler'den aradıklarını bulamayan Ermeniler yeni işgalcileri dört gözle bekler, Çukurova'da halka kan kusturan Fransızlardan çok şey umarlar. Türkler Fransızlar'ın Maraş'a girmesini önlemek için mitingler yapar, İngiliz ve Amerikan makamlarına mektuplar atarlar. Lâkin ordusu kalmamış bir milleti kimse kaale almaz. 29 Ekim günü Fransız öncü kuvvetleri Yüzbaşı Julie komutasında Maraş'a gelir. 30 Ekimde de De Fontzine komutasında 1000 Fransız, 500 Cezayir asıllı asker ile Fransız üniforması giymiş 400 Ermeni, Maraş'ı işgal etmeye başlar. Ermeniler çok sevinir adeta zil takıp oynarlar. Setirek isimli bir Ermeni tüccar şehrin kıvrak davulcusu Abdal Halil'i tutmaya kalkar ancak Halil önüne konulan mangırları Setirek'in yüzüne çarpar. "Kasnağı altınla doldursan olmaz" der, "ben kardeşimin bağrına tokmak vuramam!" Ermeniler işgal ordusunu taşkın gösterilerle karşılar, bilinen çılgınlıkları tekrarlarlar. Bu alengirli alayişlere Fransızlar bile şaşar. Önce teşkilat! Derken 2 bin Fransız lejyoneri daha şehre girer. Aralarında az sayıda Cezayir ve Tunuslu'ya mukabil ekseriyetle Avrupalı Ermeniler yer alırlar. Bunlar da tezahüratlarla karşılanır, Hıristiyan kadınları, işgalcileri öpücüğe boğarlar. Gençler "Ay doğdu gün doğdu Maraş Ermenistan oldu" diye bağrışır, bütün Türklere ve hassaten Padişaha ana avrat sövüp sayarlar. Maraşlılar heyecana kapılmaz, hadiseleri ölçer, tartar, hangi hareketin neye malolacağını hesaba çalışırlar. Adamlar Kilikya Devleti hülyasına kapıldıklarına göre çatışma kaçınılmazdır ama öncelikle teşkilanmaya bakar, ayaklarını sağlam basarlar. Hemen bir araya gelir vazife taksimi yaparlar. O günden sonra Çavuşlu Mahallesini Çuhadar Zade Hacı Mustafa'dan, Bektutiye'yi Ser Müsevvid Ahmet Efendi'den, Restebaiye'yi Halil Zade Ahmet'ten, Acemliyi Evkaf Memuru Evliya Efendi'den, Kayabaşı'nı Tapu Memuru Faik Efendi'den, Divanlı'yı Hasan Bey'den, Ekmekçi'yi Sapsız Hacı Efendi'den, Cığcığı Nasrullah Efendi'den, Alemli'yi Dülkadiroğlu Süleyman Bey'den, Hatuniye'yi Şeyh Ali Sezai'den sorarlar. Hızla para, silah ve erzak toplar zor günlere hazır olurlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.