Namuslu yazar Cemil Meriç

A -
A +

Cemil Meriç'i sahiplenen çok olur lâkin üstad "sağcı" denilmesinden de "solcu" denilmesinden de hoşlanmaz. Ona göre bunlar hakikatleri kapamaya yarayan uydurma mefhumlardır. Sosyal sınıflara ayrılmamış bir ülkede neye yarar? Yine üstadın kızdığı kelimelerden biri çağdaşlıktır... Ona sorarsanız çağdaşlık masalı, Batının ihraç metaıdır, kokain gibi, LSD gibi, frengi gibi... Şuuru felce uğratan bir zehir. Çağdaşlaşmanın halk vicdanında adı da asrîleşmektir, asrîleşmek yani maskaralaşmak... Üstad "İslâm dünyası adaletle hürriyeti baş tacı ettiği müddetçe yükselmişti" der, "Hristiyan dünya bu temel değerlere ihanet ettiği için karanlıklarda kalmıştı." Çağdaş Avrupalı, "ya ümitsizlik, ya iman" diyor. Başka yol yok. Zavallı büyücü çırağı, uyanışın biraz geç olmadı mı? Bir Hint bilgesi, "Hatâdan hakikate geçilmez, diyor, bir hakikatten başka bir hakikate geçilir." Mabetleri banka Nihayet "homo ekonomicus"un yani burjuvazinin hakimiyeti, Tanrı'ya ve mukaddes'e açılan savaş. Tek mabut: Altın buzağı. Tek mabet: Banka, Hasta ile sıhhatli adam arasındaki fark şu: Hastanın başlıca kaygısı kendi varlığıdır; sıhhatli adam dış dünyayla uğraşır... Aydın olmak için önce "insan" olmak lazım. İnsan mukaddesi olandır. İnsan hırlaşmaz, konuşur, maruz kalmaz, tercih yapar. Karanlık kinlerin birbirine saldırttığı çılgın sürülerin savaş çığlığıdır slogan. Sloganlar ilkelin, budalanın, papağanın ideolojisi... Düşünce ile çığlık bağdaşmaz. Şuurun sesi çığlık olamaz. Yabani bağırır, medenî insan konuşur. Bu çocuklar yıllarca konuşturulmadılar. Şimdi hınçlarını üç beş kelime ile suratımıza tükürüyorlar. Kitaba harcadığımız parayı, ganyana harcadığımızla kıyaslarsak, yerin dibine girmemiz gerekmez mi? Kitap seven "kitap delisi" oluyor, memlekette hiç at delisi yok. Hiçbir zafer "umulanı" getirmez ve hiçbir bozgun "mutlak" değildir. İnsanın tek hürriyeti kendini aldatmak. Altınlarını cam karşılığı dağıtan Kızılderiliyi hiçbir zaman gülünç bulmadım. Zira cam, altından daha asil. Altın sararmış kan pıhtısı, camın kirli mazisi yok. Cam güzel, çünkü kalp gibi kırılıveriyor. Sultan İbrahim, Osmanoğulları'nın en akıllısı. İnci balıklara atılmak için yaratılmış olmasaydı, denizlerde ne arıyor? Kalktığını iddia ettiğimiz Kapitülasyonlar ruhumuzda yaşıyor, hem de bütün habasetiyle. Alafrangalık, zevki ve tefekkürü dumura uğratan bir kabuk. Polemik zekâların savaşıymış. Zekâlar birbiriyle savaşmaz. Kinlerin, peşin hükümlerin, gizli çıkarların savaşı polemik. Hiç kimseyi ikna etmeyen bir lâkırdı tufanı. Bir çağı bütünüyle kötülemek, bütünüyle yüceltmek kadar yanlış. Son yıllarda garip bir mahlûk türedi Türkiye'mizde. Tek sahife tarih okumadan milletin mâzisini keşf, hâlini tasvir, istikbalini tanzim eden bir allâme türü... Hafızamızı kaybettik. Hafızamızı, yani şuurumuzu... İrfanı hisarla kuşatmış Doğu, mâbede bezirgân sokmamış. Yıllarca davar gütmüş, odun taşımış çömez... Meş'aleyi çetin imtihanlardan sonra tutuşturmuşlar eline. Emanetleri tevdi etmiş ehline. Asırlar geçti, meş'aleler birer birer söndü, İrfan asâletini kaybetti. Genç kuşaklar, Batı'nın bit pazarlarından ithal edilmiş hazır elbiselere küçümseyerek bakıyor. Hoca öğretmen oldu, talebe öğrenci. Öğretmen ne demek? Ne soğuk, ne haysiyetsiz, ne çirkin kelime. Hoca öğretmez, yetiştirir, aydınlatır. Öğrenci ne demek? Talebe talep edendir; isteyen, arayan, susayan. Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan haline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... İnananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için ölmek ve yaşamak. Türk'ü, Arap'ı, Arnavut'u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp, beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa çeviren meşûm bir salgın: Maddecilik. Tarihin dışına çıkan Anadolu, tarihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyametlerin ihtişamı da yok, şiirsiz ve şikayetsiz. Zavallı Türk aydını... Batılı dostları alınmasın diye hazinelerini gizlemeye çalışır. Sonra unutur hazineleri olduğunu. Düşmanın putlarını takdis eder, hayranlıklarını benimser. Dev papağanlaşır. Her dudakta aynı rezil şikâyet; yaşanmaz bu memlekette! Neden? Efendilerimizi rahatsız eden bu toz bulutu, bu lağım kokusu, bu insan ve makine uğultusu mu? Hayır, onlar Türkiye'nin insanından şikayetçi. İnsanından, yani kendilerinden. Aynaya tahammülleri yok. Vatanlarını yaşanmaz bulanlar, vatanlarını yaşanmazlaştıranlardır... Bunlar seçme sözler, kime götürseniz altına imza atar. Ancak Cemil Meriç'in yaşadığı devreleri düşünürseniz alacalı bulacalı olanlar da var. O elbette her cümlesinden hikmet sızan bir mürşid-i kamil değil, hoş kendisi de öyle bir iddiada bulunmaz. Meriç kendi halinde bir düşünürdür, icabında bir çöl dolusu kumu eler, bir pırlanta parçası yakalamaya bakar. Bazen emekleri zayi olur gider, uykusuz gecelerden netice çıkmaz. Aklına tabi olan her insan gibi hata da yapar. İlişkileri çelişkilidir, bir bakarsınız Yunus'tan Mevlânâ'dan söz açar, bir bakarsınız Abdullah Cevdet gibileri methe kalkar. Muhteşem final Ama içten pazarlıklı değildir öyle sanır da ondan. Hayatının hiçbir döneminde namussuzluğa yanaşmaz, şakşakçılıktan, yalakalıktan, samimiyetsizlikten, adamsendecilikten hoşlanmaz. Para için, makam için eğilip bükülmez, güçlüden yana oynamaz. İşte böylesi bir Haziran günü vefat eden (1987) Cemil Meriç son nefesinde "Allah... Allah... Allah..." diye fısıldar ve "Muhammed sevgilim" der, gözlerini yumar. Ecdadın hüsn-ü hatime (hayırlı son) dedikleri şey bu olsa gerek. Afiyet olsun Üstad, ölümün böylesi herkese nasip olmaz...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.