Orhan Gazi'nin oğlu Süleyman anlı şanlı bir şehzadedir ama er gibi yaşar. 80 sadık adamı ile gâzâdan gâzâya koşar. Bakın bu coğrafyada cihada soyunanlar uyanık olmalıdırlar. Zira tekfurlar dönektirler, krallar hilekâr. Mücahidimiz cenk mektebinde pişer, tuzağı da, zaferi de önceden koklar. Nitekim Çanakkale havalisini hallaç gibi atıp deryaya çıkar. Sıcak bir yaz gecesi gözü suların ötesine dalar ve.. Ve bizim Rumeli maceramız o gün başlar. O yıllarda Boğaz sınırdır ve hududu aşanlar ölümle cezalandırılırlar. Ama, aylar var ki yaprak kıpırdamaz, celladlar paslanır, infaza hasret kalırlar. Muhafızlar iş olsun kabilinden esneye, gerine nöbet tutar, yeknesaklıktan sıkılırlar. Lâkin o gece.. Hani böcek cırıltılarının, martı çığlıklarına karıştığı, dolunayın gümüş sularda yıkandığı billur gece sahilde garip gölgeler oynar. Şişirilmiş öküz işkembelerinin üzerine oturtulan basit sallar Rumeli'ye akar. 80 yiğit sessizce sahile çıkar. Bunlar hem becerikli, hem de gözü karadırlar. Nitekim civar köylülerden birini yakalayıp konuştururlar. Adamcağız düşer önlerine, onları hisarın gizli geçitlerine sokar. Kızıl elmaya heyy! Çimpe kalesini sessiz sedasız ele geçiren Süleyman Gazi Bizans'ın teknelerini Bizanslı gemicilere kullandırır, hisara asker yığar. Gün ağardığında Çimpe burçlarında 3 bin mücahid vardır ve... Ve üç zarif hilâl. Şimdi sıra Gelibolu'dadır. Ancak bu kale öyle üç beş bin kişiyle alınamaz. Ama bakın güzel Allah'ın işine, tam o günlerde kuzey Marmara fay hattının hareketleneceği tutar. Bu zelzelenin merkez üssü, şiddeti, süresi, tetiklemesi, ölü sayısı nedir bilemiyoruz. Lâkin Gelibolu surları yıkılır ve Vali Kalakonya anahtarı eliyle sunar. Bu gelişmeler Kantakuzen'i telaşlandırır. Orhan Gâzi ile görüşüp, Çimpe Kalesini on bin altın karşılığı satın almaya kalkar. Orhan Gâzi, güler geçer, teklifi ciddiye bile almaz. Kantakuzen, fitne kaynatmak için Balkan ve Hıristiyan devletlerine koşarsa da müttefik bulamaz. Kimin umurunda? O günlerde Avrupalılar Roma Cermen imparatoru olarak taç giyen Lüksemburglu Karl'ın sarı saçlarını konuşmaktadırlar. İtalyanlar Boccaci'nin sanat tarzını tartışmakta, Venedikliler Marino Folieri'nin idam şaşkınlığını yaşamaktadırlar. Hasılı Küçük Asya'dan sızan bir avuç muharibi kimse umursamaz. Halbuki Avrupalılar, Asya bozkırlarından gelen cengaverlerle çok uğraşırlar. Evet, İtalya ve Fransa içlerine kadar giren Hunlar yerleşik hayata geçince savaşçı karakterlerini kaybederler ama Osmanlılar demirden leblebiyi andırırlar. Zira onlar kuru bir cengaver değil, şuurlu birer tebliğcidirler ve bu yolda ölümü şeref sayarlar. Haçlı seferlerine katılanlar Selahaddin Eyyubi ve Kılıçaraslan'ı unutamaz, Türklerin ansızın bastıran ve hızla çoğalan akınlarını hatırladıkça telaşlanırlar. Ama Osmanlı acele etmez. Ne yaptığını bilerek ilerler, ayakları yere basar. Rumeli fatihi Süleyman Paşa önce Bolayır'ı merkez edinir, Tekfurdağı, Hayrabolu, Çorlu, Malkara, İpsala derken Edirne'ye doğru yola çıkar. O yıllarda Ankara kendi halinde bir şehirdir, Osmanlıya bağlansa da olur bağlanmasa da... Ancak Ahiler, tebliğ çalışmalarına hız katar, bereketli nefesleri ile Balkanları yur yur yıkarlar. Herkes Süleyman Paşa'ya yarınların padişahı gözüyle bakar ancaaak. Ancak atının düz yolda tekerleneceği tutar ve genç yaşta şehadet şerbetini yudumlar (1359). Onu Bolayır'daki nurlu kabrine henüz defnetmişlerdir ki 60 parçalık haçlı donanması görünür, 15 bin zırhlı asker karaya çıkar. Yıllardır Süleyman Paşa ile birlikte olan dilaverler "komutanımızın mezarını kafire çiğnetecek değiliz ya, onunla birlikte cennete gideriz" der, hesapsız düşmana çalakılıç dalarlar. Cengin en kızgın anında beklenmedik bir şey olur, adamlar ellerini kaldırırlar. Türkler de şaşırır, esirleri kenara çeker "niye teslim oldunuz" diye sorarlar. Adamlar "siz bu zaferi kendinizden mi sanırsınız" derler, "biz boz atlara binmiş bir orduyla savaştık. Gök tepemize yıkıldı sandık, direnecek gücümüz kalmadı. O ordunun başında yeşil sarıklı, ateş bakışlı bir genç vardı." Tarifler ona çıkar -O genci biraz daha anlatır mısınız? Anlatırlar... Ve hepsinin de tarifi de Süleyman Paşa'ya çıkar. (Makamı âlâ ola) Süleyman Paşa ölür ama cihad arkadaşları Hayrettin Paşa, Gazi Evranos, Lâlâ Şahin, Hacı İlbeği, Ece Bey, Aksungur, Kara Timurtaş, Balabancık, Gazi Fazıl (ve tabiiki kardeşi Murad) sancağı yüksekte tutar. Timurtaş Bey İştip ve Manastır'ı alır, İnce Balaban Sofya valisine doğancı olmayı başarır. Onu bir avda esir eder ve şehrin kapılarını arkadaşlarına açar. Derken Kavala, Serez ve Drama Türklerin eline geçer. Karaferyalılar eski surlara yeni kuleler yaparlar, ama işe yaramaz. Struma ve Vardar'da hüküm süren Stefan Tvartko'nun oğulları Osmanlı'ya kafa tutmazlar, Anahtarları verir, rahatlarına bakarlar. Öyle ya Venedik ve Ceneviz'in bile sultanla anlaştığı bir devirde onlara kim hesap sorar? Bu arada Avrupa'da taht kavgaları ayyuka çıkar. Muhalifler iktidar hırsıyla Türkler'den yardım isterler ki Osmanlılar coğrafyaya aşina olurlar. Sonrası Mohaç, Haçova, Viyana... Şüphesiz bütün bunlarda Süleyman Gazinin hissesi var.