17 ve 18'inci yüzyılda denizciler Büyük Okyanus ile Atlas Okyanusunu birleştiren bir boğazın (Panama Kanalı gibi bir şey) mevcudiyetine inanırlar. Şayet böyle bir geçit varsa aylar yıllar kazanacak, dünyayı hayli ufaltacaktırlar. İşte adı geçen geçidi keşfetmek için yola çıkan Kaptan Cook aradığını bulamaz ancak Pasifik'in derinliklerinde şirin şirin adacıklara (Tahiti'ye) rastlar. Haritaya bakarsanız Tahiti, küçümencik bir noktadır. Ama yakından görenler kendilerini masal ülkesinde sanır. Sahilin yanıbaşında başı bulutlara değen (hatta delen) dağlar sıralanır. Zirvelerden kopan sular ak köpükler saça saça şelalelerden atlar, ırmaklarda dinlenip ovalara yayılır. Sıcak kumlar Doruklar volkanik, yamaçlar kireçli olduğu için kumlar ya siyahtır, ya beyaz. Ancak nasıl ince ve nasıl sıcaktır anlatılamaz. En hafif yelle sağa sola savrulur, adeta topuklarınızı okşarlar. Sonra mercan sığlıkları fıkır fıkır balık kaynar. Yerliler ucu sivri bir dal parçası ile iri ve renkli balıklar yakalar, anında yıkar paklar közün üstüne yatırırlar. Dallarda adı duyulmadık meyvalar vardır, Hindistan cevizleri, muzlar, mangolar... Gün ortasında ortalığa derin bir sükut çöker, deniz bile soluk almaz. Lakin gece oldu mu kuşlar, maymunlar mesaiye çıkar, hep bir ağızdan avazlanır, bin tondan haykırırlar. Hadi biraz daha ballandıralım; gökyüzü eflatun renklidir, yıldızlar ateş böceğini andırırlar. Sonra o gümüş renkli ay, dalga şırıltıları, yakamozlar... Tahitililerin mimari ile işleri olmaz, zaten taş üstüne taş koyma ihtiyacı duymazlar. Yosun kokan okyanus rüzgârıyla titreşen sazdan kulübelerde yatar, sabaha kadar şerbetleşen havayı solurlar. Belki bu yüzden gözleri parlak, cildleri pürüzsüzdür, vücudlarında gram yağ bulunmaz. Sıhhatli görünür ve daima tebessüm buyururlar. Çukulata renkli çocuklar elma yanaklı, hokka burunludurlar. Sabahtan akşama kadar suya dalar çıkar, belki bin kez banyo yaparlar. Çıplak dolansalar da utangaçtırlar, hırsızlık uğursuzluk bilmez, para mara tanımazlar. Taa ki Kaptan Cook Endevour adlı gemisiyle Papatea yakınlarındaki Matavi Koyuna demir atana kadar. (13 Nisan 1769) Nine years later... Aradan sadece dokuz yıl geçer, Kaptan Cook'un yolu yine Tahiti'ye düşer. Pasifik'te yol alan gemilere uğrak limanı olan Papatea'da deniz yine berrak, dağlar yine yeşildir ama... Ya insanlar?... Bu kez Endeavour'un limana girişi kimseyi ırgalamaz, ne delikanlılar kanolarıyla yanaşır, ne genç kızlar çiçek atarlar. Ortalıkta çocuk kalmamıştır ki palmiye dalı sallasalar... Beyazlar tahta ve tenekeden mamul yüzlerce baraka çakmışlardır ve hepsi de birbirinin üstüne abanırlar. Tek farklı yapı kilisedir, çan kulesi taa uzaklardan göze batar. Nerden nereye... Mantar gibi biten meyhaneler gemici kafalamaya bakar, ayakları aylardan sonra toprağa basan şaşkınlara şişe şişe rom, fıçı fıçı şarap çakarlar. Biracılar hela mela aramaz, kestirmeden duvar diplerine boşaltırlar. Sokaklar çöpten geçilmez, ortalık leş gibi idrar kokar. Meteliksiz müptelalar bir maşrapa müskirat için paralıların paçalarına sarılır, gitarlı dilenciler sarhoşlara musallat olurlar. Tıkına tıkına varile dönen arsız kadınlar, üç kuruşa fahişelik yapar, limana inen tayfaları makasa alırlar. Her köşede üç beş ayyaş yatar, köpek eniği gibi gölgelere kıvrılırlar. Yedikleri yere pisler, yattıkları yere kusarlar. Ara sıra gözlerini açar, kirden keçeye dönmüş cildlerini kaşırlar. Frengi ve dizanteri o kadar yaygındır ki ortalıkta yatan sarı suratlı cesetleri kimse umursamaz. Düşünün yerli nüfusundan onda biri bile sağ kalmaz. Yerliler matah bir şeymiş gibi batılıları taklide kalkar, gemicilerden arta kalan yağlı şapkaları takar, modası geçmiş kaputları kuşanırlar. Kumar felaket yaygındır, hilebazlar zar tutar, ayak üstünde adam soyarlar. Dostları James Cook'u "aman cüzdanına mukayyet ol" diye uyarırlar, "bak demedi deme, burada üç şilinge adam doğrarlar." İspanyolların, Fransızların ve İngilizlerin hakimiyet savaşı verdikleri adada yerliler taraflardan birine çalışmakta, gözlerini kırpmadan kardeşlerini satmaktadırlar. Kaptan Cook tutulur kalır, "acaba burayı keşfetmekle hata mı ettim" demeye başlar... Bakın şu işe ki o günlerde hava kararır, deniz kabarır. Albay ve adamları Tahiti'de konaklamak zorunda kalırlar. Gelgelelim hırsızlar tekneye kadar çıkar, göz göre göre ambarı boşaltırlar. Kaptan Cook sucukları, peynirleri, salamuraları ciddiye almaz ama filikalar çalınınca çileden çıkar. Hoş, şu küçücük limanda filikalarını bulmakta zorlanmaz ama kaşarlı hırsız yağ gibi üste çıkar. Münakaşa sertleşince bıçağını çeker ve kaptanın böğrüne böğrüne saplar. İbret alana... Düşünün Kraliyet donanmasıyla deniz savaşlarına katılan, adı "büyük kâşif"e çıkan, araştırmaları ile sayısız ödül alan, koskoca Albay James Cook, adsız sansız bir serseriye yenilir, döner dolaşır keşfettiği adada gözlerini yumar (1778)...