Bir zamanların Londra Büyükelçisi Mr. Kennedy, Başkan Roosevelt'in gözde diplomatlarından biridir. Hariciyeciler içinde farklı bir yeri ve ağırlığı vardır, hatta bir ara Başkan müşavirliği bile yapar. Öyle bir emir mi alır yoksa yaşlandıkça hırsı mı artar bilmiyoruz ama kafasını "ABD başkanlığına" fena takar. Evet, devlet gemisi çoktaaan açılmış, iktidar treni yıllar evvel kaçmıştır lâkin oğlu için henüz bir şey bitmiş sayılmaz. Oğlu deyince aklınıza 35'inci Başkan John F. Kennedy gelmesin, bu otoriter baba John'u adamdan bile saymaz, aksine kendi adını taşıyan büyük oğlu Joseph Patrick üzerine oynar. Joseph'i önce Dester Kolejine, sonra seçkinlerin devam ettiği Chote School'a, derken Harvard Üniversitesi'ne yollar. Delikanlıyı kulüplere, derneklere sokar, hakim sınıfla tanıştırabilmek için ciddi bir mesai yapar. Başkan adayımız istim üzerindedir bir yandan dünya siyaseti ve memleket meselelerine akıl yorar, diğer yandan kürek çeker, yelken açar, tenis oynar. Orada sen olsan? Evin bir başka oğlu John da siyasete meraklıdır, hatta arkadaşlarının Red Kit, Süperman, Pekos Bill okudukları yıllarda, Parliamentary Gazete ve London Times koleksiyonlarını karıştıracak kadar... Habire araştırır, sorar, kendince notlar tutar. Akranları tırı vırı karalamalarla yasak savarken o kalkar "İngiltere Almanya karşısında neden geriledi" gibi ciddi ve mufassal bir mezuniyet tezi yapar. Baba Kennedy, akşam yemeklerini uzattıkça uzatır, kahvesini yudumlarken günün hadiselerine parmak basar, çocuklarına "sen olsan"lı sorular sorar. Herkes konuşur ve on ayrı kafadan (9 çocuğu vardır) on farklı yorum çıkar. Ki bunlar bir nevi "halk ortalaması" sayılırlar. Kimin ne düşündüğü önemli değildir, Mr. Kennedy sadece Joseph Patrick'in tavrına bakar. Bu küçük alıştırmalarla oğlunu politikaya hazırlar. Ha yeri gelmişken söyleyelim ağabeyi varken John yedek bile soyunamaz, onu saha dışında dolandırır, tabiri caizse "fasulyeden" oynatırlar. John 2. Cihan harbi sürerken bir fırsatını bulur, Avrupa'yı dolanır. Londra İktisat Okulu'nda bir miktar derse girer çıkar ve dönüp gelir "İngiltere Niye Uyudu" adlı bir kitap yazar. Babası "eğlensin çocuk" gibilerinden bakıp hafife alsa da kitap yayınlanınca fırtınalar kopar. Gelgelelim ailede başrol yine Patrick'e verilir, John figüran dahi olamaz. Hani sakınan göze çöp batar derler ya Almanlar, Joseph Patrick'in bindiği tayyareyi düşürür, başkan adayımızı ufak ufak parçalara ayırırlar. Buna benzer bir hadiseyi John da yaşar, Pasifik'te vazife yaptığı hücumbotu torpillenir ama onun burnu bile kanamaz. Neyse savaş biter, hayat normale döner. Aile meclisi akşam yemeklerinde Patrick'siz olarak toplanmaya başlar ve bundan böyle John'u destekleme kararı alırlar. Bilirsiniz kapitalist sistemde ağzı olan değil parası olan konuşur. Nitekim Baba Kennedy kesenin ağzını açar, Katolik dostlarının da çabalarıyla John'u (henüz 29 yaşındadır) parlamentoya sokarlar. John Kennedy mesai üstü çalışır, seçmenin gönlünü yapmaya bakar. Hal böyle olunca, 1948 ve 1950 seçimlerini de rahat kazanırlar. Gelgelelim onu artık temsilciler meclisi filan açmaz. Eyalet sınırlarını aşmaya bakar. Evet Kennedyler için Massachusetts Senatörlüğü "amaç değil araçtır" ama bunu bile almak kolay olmaz. Rakibi (H.Cabot Lodge) o daha talebeyken senatörlük yapmış tecrübeli bir isimdir, kaldı ki yörede Cumhuriyetçiler ağırlıklıdırlar. Neyse vakit saat gelir (1952) ve kampanya başlar. Kennedyler ailecek kolları sıvar propaganda için para harcamaktan kaçınmazlar. John sıtma yatağından henüz kalkmış olmasına ve omurgasındaki dayanılmaz ağrılara rağmen sokak sokak dolanır, halkla bire bir görüşüp oy toplar. Yakışıklı aday kürsülere çıkıp "yapacağız edeceğiz"li nutuklar atarken, kızkardeşleri (Eunice, Pat ve Jean) partinin kadın kollarında görülmemiş bir çalışma yapar, çalmadık kapı bırakmazlar. Üç hanım habire çay partilerine katılır, kek, kurabiye yemekten bir hal olurlar. John Kennedy, sıra dışı bir siyasetçidir, alışılmış kalıpları kırar. Sadece 20 dakika konuşur ama bu kısa zamanda konuları çok iyi bağlar. Laf ezip kafa ütülemez, seçmenin mantığına hitap etmeye bakar. Kennedy, birkaç saat sonra (en geç yarın) sözlerinin unutulacağından emindir, bu yüzden gözlere ve kulaklara oynar. Ekibini peşine takar, ortalığı balonlarla bayraklarla donatırlar. Renkli ve gürültülü propagandalarla heyecan pompalarlar. Bu arada akademisyenlere akıl sorar, ciddi projeleri sadeleştirip sloganlaştırarak halka sunar. Rakibi olgun, bilgili ve güçlü bir adamdır ama Kennedy karşısında tutunamaz, Cumhuriyetçiler bile reylerini genç adaydan yana kullanırlar. Marş! Marş!.. Kennedy örgüt mantığı ile çalışır ve nerede fanatik katolik varsa etrafına toplar. Ancak Amerika'da pro-testanların ezici bir gücü vardır. Bu yüzden adımlarını dikkatli atar, kimliklerini özenle saklarlar. Sizin anlayacağınız karda yürür iz bırakmaz, bir mânâda takiyye yaparlar. Kennedy, senatör olduğu gün militanlarını toplar "bir sonraki seçime 5 yıl 364 gün kaldı beyler" der "şu günlerde bir saat çalışmak 1958 yılında harcayacağımız iki saatten değerlidir. Eğer Katolik bir başkan istiyorsanız görev alanına! Marş! Marş!" İçlerinden bazıları "yola erken çıkan tez yıpranır" gibi bir hakikati dile getirseler de Kennedy soluğunun tükenmeyeceğinden emindir, aksine tempoyu hızlandırır ve dediğini yapar...