Gelibolulu Mehmed Ali oğlu Muhyiddin bileğine güçlü bir gençtir. Arkadaşları Kemal Reis gibi bir liderin yeğeni olduğu için ona özenseler de, bu ayrıcalıktan hiç hoşlanmaz. Kadırgalardan birinde adsız sansız bir levent olmayı nasıl arzular, anlatılamaz. İlk iki yıl çok zevkli geçer, lâkin amcası onun haritaya olan istidadını anlayınca arkadaşlarından ayırır ve Kuzey Afrika'ya yollar. Yoldaşları martılar gibi Akdeniz'i harmanlarken o Becaye kentinde bir medreseye kapanır, dört duvar arasında mapus hayatı yaşar. Akranları göğüslerini serin rüzgarlara açarken o sıcak ve havasız hücrelerde pinekler, ter topuklarından akar. Sağındaki ve solundaki duvarlar arasında iki kulaç mesafe ya var, ya yoktur, eğer eğilmeden girerse kafası pervaza çarpar. Avlu deseniz ona keza, on adımda tükenir volta bile atılmaz. Şeytan ikide bir gelir, vesvese verir. Sanki bir ses "kaç buradan" diye fısıldar. Hani Kemal Reis'in yeğeni olmasa... Ancak çok geçmeden kitapların içinde deryalardan büyük deryalar, göklerden geniş gökler bulur, gönlüne gürül gürül nehirler akar. Hem Seyyid Muhammed Tuvattî hazretlerinin sohbetleri doyulacak değildir, yaşı 120'yi aşan Allah dostundan çok şey kapar. Evliyaya muhabbeti artar, eshab ve ehlibeyt sevgisiyle dolup taşar. Bir başka dünya Muhyiddin, ilmin tadını alınca uykuyu istirahati unutur, satırlar arasında kaybolur. Zaten onlarca müderris üstüne titrer, İspanyolca ve Latince öğretir, batılı seyyahların hatıralarını orijinalinden okuturlar. Cebir, geometri, astronomi, gemi inşa... Fizik kimya, tarih coğrafya... Ve vakti zamanı gelir, icazetini alıp amcasının yanına koşar. Artık, Muhyiddin eski Muhyiddin değildir Kemal Reis'in nasıl bir değer olduğunu çok iyi anlar, ondan hisse kapmaya bakar. Gün geçtikçe denizin, ufkun ve bulutların rengini okur, rüzgar uğultusundan, martı çığlığından ve yosun kokusundan mana çıkarmaya başlar. Halatların yelkenlerin neye dayanacağını, neyi kaldıramayacağını hisseder, üstü çimen yeşiline dönen cam göbeği renkli dalgalardan, burgu burgu burulan ve derinlerde koyulaşan akıntılardan sakınmaya bakar. Sadece sütliman denizlerde dümen tutmaz, üstüne sıradağlar gibi yürüyen dalgaları da ustalıkla karşılar. Bu arada düşman filolarını dağıtmanın bin yolunu öğrenir, deniz ve rüzgar avantajını daima arkasına alır, hasımlarına akla gelmeyecek tuzaklar kurar. Sultan duası Kemal Reis Navarin'i Venediklilerin elinden alınca Piri Reis'i müjdeci olarak İstanbul'a yollar. Bayezid-i Veli bu genç kaptanın bilgisine görgüsüne vurulur, ihlasına hayran olur. Bir gün onunla çalışmayı düşünür ve adını kenara yazar. Kemal Reis, Endülüslülerin feryad ettiği yıllarda mazlumların yardımına koşar. Yeğeninin tavsiyelerini dikkate alır, zavallıları tereyağından kıl çekercesine kurtarırlar. Gün gelir Piri Reis'in namı Sicilya, Sardunya, Korsika adalarını sarar, adını duyan ayağa kalkar. Osmanlılar "resmen" donanmalarını kurunca onları da hizmete çağırırlar. Amca yeğen er gibi selam verir, emir almaktan şeref duyarlar. 1499-1502 Osmanlı-Venedik Savaşlarında büyük fayda sağlarlar. Piri Reis, amcasının vefatından sonra Gelibolu'ya çekilir ve nicedir toparladığı müsveddeleri önüne yayar. Kitab-ı Bahriye (Denizcilik Kitabı) üzerinde çalışmaya başlar. Oruç'un talebesi Oruç Reis, Piri Reis'in haritalarını dikkatle tetkik eder ve Cihan Padişahının da görmesini arzular. Yavuz Selim Kitab-ı Bahriye'yi okumak için sabırsızlanır. Gelgelelim eseri görecek kadar yaşayamaz. Kanuni dahi Piri Reis'in haritalarını inceler, onu huzuruna çağırıp uzak ülkeler ve okyanuslar hakkında malumat sorar. Piri Reis kitaplarını bir müderris titizliği ile hazırlasa da okuyucuyu sıkmaz, zaman zaman efsaneler hikayeler de anlatır ve yeri geldikçe beyitler yazar. Bazen Evliya Çelebi'nin yaptığı gibi hadiseyi abartmaktan kaçınmaz. Güya gemiciler okyanusta bir adaya çıkar, istirahate hazırlanırlar. Gelgelelim ateş yakınca burunlarına ızgara kokusu gelir ve ada suya dalar. Meğer çıktıkları yer bir kaşalotun sırtıymış da filan... Piri Reis gezip gördüğü yerleri çizip anlatmakla kalmaz, rüzgar gülleriyle, akıntı işaretlerini kullanır, teferruatı atlamaz. Bu eser bir nevi seyir kılavuzudur, elinde Kitab-ı Bahriye olan kaptan, Çanakkale Boğazından çıkar çıkmaz nasıl bir rüzgarla ve nasıl bir dalga ile karşılaşacağını bilir, Ege bir yana Adriyatik, Akdeniz, Basra Körfezi, Çin ve Hind Denizi hakkında elzem malumatlar bulur, sürprizler yaşamaz. Hilal Okyanusta Piri Reis, haritasında asrın kaidelerine riayet eder, şehirleri ve kaleleri kızıl çizgilerle, ıssız mahalleri siyah hatlarla çizer. Taşlıkları, kumlukları noktalayarak belirtmeye bakar. Piri Reis, zaman zaman donanmada vazife alır, 1516 Mısır, 1522 Rodos Seferlerine katılır. Bu arada Oruç Reis gibi bir deniz kurduna çırak olur ve çok şey kazanır. Barbaros Hayreddin, Kaptan-ı Derya olunca (1533), onu "Derya Sancak Beyi (Tümamiral)" yapar. Amiralimiz Portekizlilerin Aden'e çıkması üzerine Süveyş'teki Osmanlı donanmasını peşine takar ve küffarı sürüp atar. Hilalin hükümran olduğu yerde Haçlı donanması dolanamaz. Ardından Hint Okyanusu'na açılır, Hadramut ve Umman'ı alır, Portekizliler orada da barınamaz. Derken Hürmüz Boğazı'nı geçip, İran sahillerini harmanlar, Kişme adası ve Bender-Abbas limanının ardından, Katar, Bahreyn ve Lahsa'yı Türk hakimiyetine sokar. Düşünebiliyor musunuz? Arabistan Yarımadasında ve Basra Körfezinde tek Haçlı üssü kalmaz, kesinkes Türk İslam hakimiyeti başlar...