İdi Amin'in içindeki dışında bir liderdir, bodoslama konuşur, öyle lâfın etrafında dolaşmaz. Klasik siyasetçiler gibi mesajı içinde saklı nezaket cümleleri kurmaz, diyeceğini der neticesine kafa yormaz. Batılılara olan nefreti yüzünden bir tahtırevan yaptırıp, dört İngilize taşıtır, bir İskoç uşak ardı sıra yürüyüp yelpaze sallar. İnadına beyaz ayakkabı giyer, beyaz arabaya biner, Avrupalıları diz çöktürerek bağlılık yemini yapmaya zorlar. Kendisine "İngiliz İmparatorluğu Fatihi, Mareşal Doktor, Uganda Cumhuriyeti Ömür Boyu Devlet Başkanı, Uganda Silahlı Kuvvetler Başkomutanı, Güvenlik Konseyi Başkanı, Polis Şefi ve Cezaevleri Müdürü" gibi unvanlar yakıştırır. Röportaj için bekleşen yabancı gazetecilere "dünyanın en yakışıklı adamı benim, zira annem öyle söylüyor" açıklamasını yapar. Bütün bunlar size tuhaf gelebilir ama Afrikalılar böylesi çıkışlara bayılırlar. Kraliçe baş düşman İdi Amin aristokrasi içinden değil sokaktan geldiği için kahve üslubü ile konuşur, zaman zaman poşetlik laflar edip ağzını bozar. Mesela Batılıların her dediğine "he" diyen, Tanzanya'nın Hıristiyan asıllı lideri Julius Nyerere sabah söylediğinden akşam cayınca İdi Amin çileden çıkar. "Karı gibi kıvırma, fahişe kılıklı" demekten kendini alamaz. Hatta aralarındaki anlaşmazlığı çözmek için onu ringe çağırır, üstelik tek elle dövüşecek, kolunun birini sırtına bağlatacaktır. Takdir edersiniz ki böyle bir maç yapılmaz, yapılamaz. İdi Amin İngiltere Kraliçesinin tahta çıkışının 25'inci yıldönümü vesilesiyle verdiği demeçte Elizabeth'e (buraya yazamayacağımız) hakaretler yapar. Yetmez, kendini İskoç Kralı ilan eder ve İskoçyalıları İngiliz esaretinden kurtarmak için örgütlemeye kalkar. Derken Kuzey İrlanda'da Protestanlarla Katolikler arasındaki anlaşmazlıklara el atar. Eski bir İngiliz sömürgesi olma sıfatıyla taraflar arasında arabuluculuk yapmaya kalkar. İngilizler elbette bu teklife sıcak bakamazlar. İdi Amin bir ara sırf Batılıların nasırına basmak için Kampala'nın ortasına bir Hitler heykeli diktirmeye niyetlenir ama tepkileri göğüsleyemeyeceğini hissedince cayar. İdi, sırf halkını neşelendirebilmek için Muhammed Ali'ye bile meydan okur. Söz konusu dövüşte Kaddafi hakem, Humeyni sunucu olacaktır. Yaser Arafat'ı da antrenör olarak yazar. Eğlenceli değil mi? İdi Amin çoğumuza çocukça gelen hareketleri "bilerek ve planlayarak" yapar, Zira Afrika'da ancak böyle renkli simalar prim yapar. İdi Amin'in icraatları tartışılabilir ama bu sevimli zenci halkına mesafe koymaz. O güne kadar kaale alınmayan basit insanları dinler, yalın ayaklı tıfıllarla sıcak sohbetler yapar. O ısrarla ezik Afrikalıya, İngiliz'den, Hintliden, Yahudi'den aşağı olmadığını anlatmaya bakar. Ugandalılar onu çok sever adını Dada (Baba) koyarlar. Hatta o günlerde Hıristiyanlar, putperestler Müslüman olabilmek için sabahın seherinde Kampala Müftülüğü önünde sıraya girer, büyük bir aşkla alınlarını secdeye koyarlar. İdi Amin parça bölük grupları "Uganda Müslümanları Yüksek Meclisi" çatısı altında toplayınca irşad çalışmaları katlanarak artar. Günde en az 500 (bazen bin) kişinin İslam'a dönmesi Batılıları telaşlandırır. İngilizler Asyalıları kullanarak misyonerlik ve bölücülük faaliyetlerini hızlandırırlar. Öyle ki çarşıda üç beş adım yürüyen en az on tane rahibe çarpar. Bunlar dumanlı havayı sevdikleri için kabileler arasına nifak tohumları atar, kovana çomak sokarlar. Gelgelelim İdi Amin de hiç beklemedikleri bir şey yapar, Asyalıları derler toplar, sınır dışına atar. Mallarına mülklerine de "Uganda Hükümeti adına" el koyar. Afrikalıları hamur gibi yoğurup istedikleri kalıba sokan Batılılar fena panikler, Siyonist örgütlerle, Kiliseler Birliği iş birliğine soyunurlar. İdi Amin'i devirme ya da öldürme işini bu konuda "engin tecrübesi" ile tanıdığımız tetikçilere "CIA&MOSSAD ortaklığına" bırakırlar. Ancak İdi Amin tam 26 profesyonel suikastten kurtulur, her başarısız organizasyonun ardından ünü katlanarak artar. Şüphesiz ABD, İngiltere ve İsrail ile takışmanın da bir bedeli vardır. Nitekim ambargolar kâbus gibi çöker, iktisadi kriz kapıyı çalar. Afrikalılar, sömürgecilerin egemen olduğu yıllarda da açtır, açıktır, çıplaktırlar. Hasılı eskisi gibi yaşarlar, değişen bir şey olmaz. İdi Amin baskılara rağmen geri adım atmaz, üstüne üstlük İsrail'le diplomatik temaslarını keser, Filistin'e açıktan açığa destek vermeye başlar. Yargısız infaz... İşte burada "illüzyonist" medya devreye girer, Dada aleyhinde akla mantığa sığmayan bir karalama kampanyası başlatırlar. Onun insan etiyle beslendiğini, kan içtiğini, kemik kemirdiğini öne sürer, yargısız infaz yaparlar. Yok efendim, bir gazeteci buz dolabında kafataslarını görmüş de filan... Ciddiyetiyle tanınan gazeteler bile onun bir oturuşta iki adam yediğini (adam dediğin 75 kilo), en çok çocuk dolmasından hoşlandığını yazarlar. "Bir gün İdi Amin..." diye başlayan iğrenç fıkralar üretir, Dada'yı "son yamyam" ibaresiyle manşetlere taşırlar...