Bilirsiniz Resulullah Efendimiz emirlere meliklere elçiler gönderir, onları İslama çağırırlar. Hâris bin Umeyr'i de (radıyallahu anh) Busra Emiri Surahbil bin Amr el-Gassânî'ye yollarlar. Genç sahabe davet mektubunu zarafetle sunar ancak gözünü kan bürüyen küstahlar "elçiye zeval olmaz" hükmünü umursamaz, ellerini kana bularlar. Efendimiz müminlerden birinin ayağına diken batmasına dayanamaz, katl haberi gelince evladını kaybetmişcesine üzülür ve derhal bir ordu toplar. Veda Tepesine kadar gelip, mücahidleri uğurlar ve "Kumandanınız Zeyd bin Hârise'dir" buyururlar "Eğer o şehîd olursa, yerine Ca'fer bin Ebî Tâlib geçsin. O da şehîd olursa, yerine Abdullah bin Revâha geçsin. Eğer o da şehid olursa, aranızdan münâsip gördüğünüz birini seçer ve tâbi olursunuz." Plana göre 3 bin mücahid baskınlar yapacak, esirler alacak Gassanileri korkutacaktırlar. Ancak iş beklenmedik bir mecraya girer, Bizanslılar 100 bin kişilik güçlü bir orduyla gelip Surahbil bin Amr'a destek olurlar. Üstelik bunlar disiplinlidirler, yürüyen duvarlar gibi ilerler, gök renkli zırhlar kullanırlar. Sahabeler Mute köyünde durup bir durum değerlendirmesi yaparlar. İstişare toplantısında savaş kararı çıkar, "yenilirsek yenilir, ölürsek ölürüz" der meydandan kaçmazlar. Sancak ehline Mute civarı ağaçlık çalılıktır, Bizanslılar Müslümanların sayısını tespite muvaffak olamazlar. Nitekim cenk başlar ve buyrulduğu gibi Zeyd, Ca'fer ve Abdullah (Radıyallahü anhüm) şehîd olurlar. Sancağı eline geçiren Sâbit bin Akrem "şimdi yeni bir komutan seçmenin vakti" der ve arkadaşlarına fikirlerini sorar. Birçokları "sen ol" deseler de "işi ehline vermek gerek" deyip sancağı Halid bin Velid'e sunar. O gece müminler sabaha kadar, gider gelir, ortalığı nal sesleriyle deve böğürtüleriyle çınlatırlar. Gün aydınlandığında İslam mevzileri bayrak ormanına dönmüştür, bir telaş bir koşuşturmaca... Hazret-i Halid sağdakileri sola kaydırır, soldakileri sağa. Arkadakileri öne getirir, öndekileri arkaya. Yeni yeni simalarla karşılaşan Rumlar Medine'den takviye geldiğini sanırlar. Usta komutan fırsatı kaçırmaz, kuvve-i mâneviyeleri sarsılan Rumları bunaltır, hücum üstüne hücum yapar ve Cenab-ı hakkın izni keremiyle muhteşem bir zafere imza atar. Mürtedlerin kâbusu Mekke'nin fethinden sonra; Evtas, Sakîf ve Hevâzîn kabîleleri birleşerek müminlere saldırırlar ama Hazreti Hâlid'i aşamazlar. Huneyn, Tâif , Tebük seferine de katılan Halid bin Velid sadece kuru bir cengaver değil, zarif bir tebliğcidir. Nitekim Efendimizin emriyle Benî Huzeyme kabîlesini İslama çağırır ve gönüllerini almasını bilir. Ardından Hâris bin Kâ'b oğullarına gönderilir. Elini kılıcına atmadan anlaşma sağlar ve onlara da dinimizi öğretir. Hazret-i Halid Efendimizin vefâtlarından sonra, ortaya çıkan yalancı peygamberlere fırsat tanımaz, Tuleyha ve avânesini dağıttıktan sonra, fitnecileri tek tek yakalar, derdest edip Medine'ye yollar. Nitekim Müseylemet-ül-Kezzab'ın ordusunu da (Yemâme'de) yener ve Arabistan yarımadasında huzur ve sükunu sağlarlar. Cepheden cepheye Ve sıra gelir İslam'ın ülkeler ötesine yayılmasına... Hazret-i Ebû Bekir tarafından, Irak cihetine gönderilen Hâlid bin Velid'in karşısına 30 bin İran askeri çıkar. Bunları Muzar muharebesiyle nehre döker, çoğu boğulurlar. Ünlü Sasani komutanı Hürmüz o kadar çaresiz kalır ki öfkesinden saçını başını yolar. Henüz hadisenin şaşkınlığı yaşanırken Kesker'deki İran garnizonuna bir gece baskını yapar, Mecusilerin hezimeti öyle nettir ki İranlı komutan dert sahibi olur, kederinden yüreği çatlar. Elis'te de benzer şeyler yaşanır ve artık Acemler Müslümanların karşısına çıkamaz olurlar. Mücahidler Hîre Kale'sini kuşatınca Vali görüşme talebinde bulunur ve kendilerinden "ne istenildiğini" sorar. Hazret-i Hâlid açık konuşur "Sizi İslâma dâvet ediyoruz. Eğer kabul ederseniz kardeş bilir bağrımıza basarız, bizimle aynı haklara sahip olursunuz. Yok Müslüman olmazsanız cizyenizi verir, bayrağımız altında yaşarsınız. Ama bunu da kabul etmezseniz, bilin ki bu ordunun şehadete olan aşkı sizin yaşamaya olan hırsınızdan kat be kat fazladır." Heyetin içinde bulunan Abdülmesih adlı bir lider "tamam" der, "sizinle Milletimin arzûlarına uygun olan bir anlaşma yapabileceğimizi sanıyorum." Bu arada cebinden küçük bir şişe çıkarıp ilave eder. "Aksi halde bu zehiri içerek hayatıma son vermekten kaçınmam!" Hâlid bin Velid zehiri Abdülmesih'in elinden alır ve "Bismillâhillezî lâ yedurru....." duasını okuyarak yudumlar. Rehavet yasak Hireliler tutulur kalır, Hâlid bin Velid'in niye ölmediğine şaşarlar. Bakarlar büyük sahabede hiçbir değişiklik yok onların Allahü teala tarafından korunduğuna inanırlar. Neticeyi merakla bekleyen ahaliye "bedenlerine zehir tesir etmeyen bir kavmin yanından geliyoruz" der, anlaşmaktan başka çareleri kalmadığını anlatırlar. Anbar Kalesi de sulhu arzular, ancak Mehran'lılar çözümü kanda arar ve Aynüttemr'de ve Dûmet-ül Cendel'de derslerini alırlar. İran, Arap ve Bizans ordularını perişan edip, zaferden zafere koşan Halid Bin Velid muharebeyi başlamadan bitirmeye bakar. Bir kere ünü kendisinden evvel savaş mahalline varır, düşmanın kalbine korku salar. Dövüşe önce kendisi girer, mücahidler tutulmaz olurlar. Gün gelir İslam askeri "başımızda Halid bin Velid olduktan sonra kaybedecek değiliz ya" demeye başlarlar. Hazret-i Ömer rehavetten hiç hoşlanmaz, kimsenin aklına gelmeyecek bir şey yapar. Anlı şanlı Halid'i komutanlıktan alır ve bir erin emrine koyar.