Seyyid Fehim (kuddise sirruh)

A -
A +

Seyyid Fehim hazretleri şanslı ve seçilmiş biridir, bu yolda yıllardır çile çekenler basamak atlamaya çalışırlarken o bir anda nihayete erer ve Silsile-i aliyye adı verilen veliyullah zincirinin otuz üçüncü halkası oluverir. Ve hocası tarafından insanları irşadla vazifelendirilir. Evet bu bir lütuftur ama Seyyid Fehim hem lâyık olamamaktan korkar, hem de şöhretten kaçar. Seyyid Tâhâ hazretleri; "Bu bir emr-i ihtiyârî değil, emr-i zarûrîdir" açıklamasını yapar ve onu kendi memleketine (Arvas'a) yollarlar. Uğurlarken, "neden imtinâ ediyorsunuz? Yemin ederim ki sizin hilâfetiniz, Resûl-i ekrem ve bütün sâdât-ı kirâm tarafından tasdik olunmuştur. Ben dahi tasdik etmek zorundayım, siz dahi kabûl etmek zorundasınız" buyururlar. Seyyid Fehim hazretleri, hocasının emrine uyar. Arvas Medresesini yeniden îmâr eder, sil baştan derse başlar. Hak âşıklarına Nakşibendiyye yolunun esaslarını anlatır, saâdetlerine vesile olurlar. İnanın dağlar taşlar neşe dolar, ırmak feyz ve bereketle çağıldar. Allah aşkı ile yanıp tutuşanlar koşar gelir, ayan beyan hakikat kokusu alırlar. Hazret-i Şeyh "sen de gel, sen de gel" deyip kalabalık toplamaz, intisab etmek isteyenlerde "ehliyet" arar. İşte bu nurlu mekânda Seyyid Muhammed Emin, Seyyid Abdülhakîm, Halîfe Derviş, Halîfe Ali, Molla Abdülcelîl ve Şeyh Resûl gibi velîler yetişir, bunlar uzak illere dağılır, cihanı aydınlatırlar. Nehri yollarında Seyyid Fehim hazretleri, sık sık Nehrî'ye gider, mübarek hocasının huzurunda diz kırar. Her anını değerlendirir ve azami istifadeye bakar. Ayrılık günlerinde mahzunlaşır, gözleri dalar, "Seyyid Tâhâ'yı gördüm, tarîkat ve hakîkatin ne olduğunu öğrendim" der, gözyaşlarını tutamaz. İşte böylesi ziyaretlerden birinde nurlu hocası sorar: "Bize Arvas'tan ne getirdin? Seyyid Fehim "size sizde olmayanı getirdim" diye fısıldar "özür, günah, yokluk ve ihtiyaç..." Mürşidinin vefâtından sonra da, yerine geçen kardeşinin (Seyyid Muhammed Sâlih hazretlerinin) sohbetine katılır, ondan da çok şey alırlar. Seyyid Fehim hazretlerinin şan şöhret kovalamadığı halde ünü sınırları aşar. Mısır, Irak, Suriye'de tanınır, müşkili olanlar, denizler ötesinden Arvas'a gelir kapısını çalarlar. Sadece sorularının cevabını almakla kalmaz, feyz yüklenir, muhabbetle dolarlar. Van'ın yeri başka Doğrusu Vanlılar da Seyyid Fehim hazretlerini çok sever, vaazlarını kaçırmazlar. Şehir öyle nurlanır ki "Dünyâda Van, âhirette îmân" sözü ile anılmaya başlar. Mübareğin yürüdüğü sokaklarda izdiham yaşanır, vâli, başkan, askerî ve mülkî erkân sohbetlerine koşar. Seyyid Fehim hazretleri Van eşrafından Hacı Bekir Ağa'nın kızlarıyla (Gülizâr Hanım) evlenince şehirle olan irtibatı artar. Bekir Ağa damadına şirin bir ev yaptırmakla kalmaz, Şâbâniye külliyesini imar edip emrine sunar. İşte Sofu Baba, Ahmed Mekkî ve Cemâl Efendi gibi velîler manevî mertebelerle bu eşikte tanışırlar... Seyyid Fehim hazretleri talebeleriyle Van Gölünün körfezlerinden birini dolanırlarken Ahtamar Adasında bulunan Ermeni kilisesinin papazı çıkar, su üstünde yürümeye başlar. Sahi, Serveri Kâinata ve Kur'an-ı azimüşşana düşman biri takır takır suda yürürken Evliyaullah niye sahili adımlar? Büyük veli halkın kafasını tırmalayan düşünceleri anlayınca, nalınları çıkarıp birbirine çarpar, papaz her darbede biraz daha batar. Sulara gömüldükten sonra "O, sihir yapıyordu" buyurur, "sizin imanınızı bozmak istiyordu, o kadar!" Aslında mübarek kerâmetini ısrarla saklar, tâ ki mecbur kalmadıkça. Bir Van seferinde Edremit'te mola verir, abdest alıp namaz kılarlar. Rahibin oğlu, sadece çeşme başında gördüğü büyük velînin nur yüzüne vurulur. Böylesi bir simanın sahibi dünya adamı olamaz der. Öyle ya bakışı bile gönle sürur veren bir zatın sohbeti kimbilir nasıl tatlı olmalıdır, meclisinde oturanlar ne hallere, ne sırlara kavuşurlar? Böyle düşündükçe kalbinde kandiller yanar, rengârenk goncalar açar. Bu aşkla hastalanır, gece gündüz Seyyid Fehim hazretlerini sayıklar. Şeyh hazretleri Arvas'a dönerken yine şirin beldede durur, aynı çeşmeden abdest alırlar. Biri gelip "beni filanca genç yolladı" der, "kokunuzu almış, ziyaretinizi bekliyor." Delikanlı Allah dostunu odasında görünce nasıl mutlu olur anlatılamaz. Şu ikrama bakın ki Kelime-i şehadeti söyledikten sonra gözlerini yumar. Hazret-i şeyh onun cenazesine sahip çıkar, defnini ve iskatını bizzat yapar. Tekbir alınca... Abdülvehhâb Efendi adlı bir ilim ehli Erzurum'da medrese tahsîlini bitirdikten sonra Bitlisli Abdülcelîl Efendi'ye talebe olmayı arzular. Sora sora Van'a gelir ve "Şâbâniye Câmii'nde" olduğunu öğrenir. Kürsüde heybetli ama tatlı dilli bir zât vardır. Herhalde Abdülcelîl Efendi bu olmalı der, emin olmak için yanındaki gence (Seyyid Abdülhakim Arvasi) sorar. "Abdülcelîl Efendi bu mu?" Genç molla bir kuytuda boyun büken ihtiyarı gösterir "Hayır şu!" - Peki vaaz eden kimdir? - Seyyid Fehim hazretleri. Mübareğin gölgesi bile heybetlidir, nerede kaldı yüzüne bakıla... Derken ezan okunur, namaza kalkarlar. Şeyh hazretleri öyle bir tekbir getirir ki cemâati âdeta elektrik çarpar. Saflar zangır zangır titrer, o hali yaşayanlar hatırladıkça bir hoş olurlar. Addülvehhâb Efendi aradığını bulmuştur, niyyeti Abdülcelîl Efendi bile olsa... > Telaşlanmayın! Seyyid Fehim hazretleri yöre halkını derler toplar ve "Doksanüç Harbi"nde Moskof'a karşı (Doğu Bâyezîd Cephesinde) savaşırlar. Derken Ruslar Ermenileri koruma kollama bahanesi ile Van'a girmeye hazırlanırlar. Düşman ordusu eksiklerini giderir, hareket için gün sayar. Van halkı panik içindedir, dergâha gelenler gidenler, ağlayanlar sızlayanlar... Acaba savaşa mı hazırlanmalı, yoksa denkleri sarıp Anadolu içlerine mi kaçmalıdırlar? Seyyid Fehim hazretleri kısa bir rabıtanın ardından "telaşlanmayın" buyurur, "korktuğunuz olmayacak!" Olmaz da... Ruslar saldırıdan cayarlar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.