Silistre'nin şehidi Musa Paşa

A -
A +

Tahta 16 yaşında oturan Abdülmecîd her ne kadar zeki, nazik, merhametli bir sultan ise de devleti Reşid Paşa ve ekibinin (Tanzîmâtçıların) elinden kurtaramaz. Henüz neler olup bittiğini anlayamadan Nizip bozgunu yaşanır. Ardından Kaptan-ı Derya donanmayı İskenderiye'ye kaçırır, babasının malı gibi Hidiv'e sunar. Firari kaptan, Mısır'ı, İngiltere'den sonra yeryüzünün en kuvvetli deniz gücü yapar. Âli Paşa ile Keçeci-zâde Fuad Paşa'yı ekibine katan Reşid Paşa'nın, ele geçirmediği ip kalmaz. Kasım 1839'da Gülhâne Hatt-ı Hümâyûnu'nu okuyarak Tanzîmât'ı ilan ettiğini açıklar. Temmuz 1840'da imzalanan Londra Muâhedenâmesi ile donanma Osmanlı'ya iade edilir ama bin donanmaya bedel Mısır elden çıkar. Reşid Paşa, Mısır ve Sudan'ı irsî olarak, Filistin'i ise "kayd-ı hayat" şartıyla Mehmed Ali Paşa'ya bağışlar. Lübnan'da Fransız destekli Maruniler (Hristiyanlar) ve Dürziler otonom bölge koparırlar (1845). Hasta adam Osmanlı Devleti'nin Tanzîmât ile bocaladığını gören Rus Çarı Nikolay ellerini ovuşturmaya başlar, İngilizlere "gelin hasta adamı paylaşalım" teklifi yapar. İngiltere Rusya'nın durmayacağını bilir, Balkanlar'ı ele geçirdikten sonra Avrupa'yı sıkıştırmasından korkar. Zaten o günlerde Gürganiyye-Babürlü Devleti'ni yıkıp Hindistan'ı ele geçirmeyi planlamaktadırlar. Hindlilere yardım edecek tek güç Osmanlılardır, bu yüzden başımıza Rus gailesini sardırırlar. Moskof'un aklı fikri Akdeniz' e inmektir, üstüne vazife gibi Rum'u, Sırp'ı, Bulgar'ı himayeye kalkar. Fransa İmparatoru 3. Napolyon, koltuğunda kalabilmek için parlak bir zafere muhtaçtır. Ortodoksları Kudüs'ten kovup Vatikan'ın desteğini almayı planlar. İtalyan birliğini tesise çabalayan Sardenya Kralı da benzer bahanelerle savaş arzular. Yanisi şu ki Ruslarla koparılacak bir kavga bizden gayri herkese yarar, akbabalar kenarda bekleşir, cesetten medet umarlar. Ve beklenen olur. Tanzimatçılar işareti alır, Bâb-i Âlî'yi "Ruslara ölüm" çığlıklarıyla çınlatırlar. Harbin ne demek olduğunu Reşid de bilir ama onu oraya getiren güç öyle ister... O kadar. Silistre ne ki? Rus ordusu, donanımlı ve hazırlıklıdır, savaş ilanına bile gerek duymadan Eflak Boğdan'a dalar. Tuna'nın güneyine inmek için Romanya Bulgaristan sınırındaki küçük kasabayı (Silistre) kuşatırlar (Mayıs 1854) ve bizim hikâyemiz burada başlar... Evlad-ı fatihandan Musa Hulusi, bir Rumeli çocuğudur, destanlarla menkıbelerle büyür, gönlü memleket aşkıyla yanar. Gider zabit mektebine girer, teğmen olup kıtaya çıkar. Bileğinin hakkıyla yükselir, yüzbaşı, binbaşı derken Ferik (paşa) olmakta zorlanmaz. İşte o karışık günlerde Silistre'de vazife yapar. Hepi topu 6 bin adamı vardır, gönüllü ve takviyelerle birlikte 10 bini zor toplar. Ruslar, Silistre'yi kaale almaz, bir an evvel Şumnu ve Varna'ya girip Edirne'ye inmeyi planlarlar. Ancak bu küçük hisar demirden leblebi çıkar. General Şilder ve General Luders başarılı olamayınca Başkomutan Paskiyeviç "çekilin bakiyym kenara" deyip komutayı ele alır, ki emrindeki askerlerin sayısı 80 bini aşar. Teslim olun! 140 küsur top birden gürler, şiddetli bir bombardımana başlar. Kasabanın kıvama geldiğini düşünen Paskiyeviç yaverini kaleye yollar. Adam kibarca anahtarları ister ve "Mareşalimiz size dilediğiniz yere gitme şansı sunuyor" der, "aksi halde bu kale taş yığını haline dönecek ve çoğunuz öleceksiniz!" Musa Paşa "biliyorum" diye mırıldanır, "evet Silistre taş yığını haline dönecek ve biz bedenlerimizle canlı bir kale öreceğiz!" Cevap Paskiyeviç'e iletilince ihtiyar kurt içinde bulunduğu durumun vahametini anlar. Eğer bir asker ölümden korkmuyorsa... İşleri var! Ve korktuğu başına gelir, mücahidler 8 Haziran Perşembe günü sabah namazlarını kılar ve beklenmedik bir baskın yaparlar. Türklerin önemli bir kaybı olmaz ama Ruslar cesetlerini sayamazlar. Başkomutan da yaralanır, alandan sedye ile çıkar. Moskova'dan gelen emirle Prens Korçakof komutayı ele alır, kavga yeniden başlar. Korçakof adamlarını toplar, ulu perdeden savurmaya başlar. Yok efendim bir avuç Türk için ününü şöhretini ayaklar altına alamazmış da filan... Ruslar geceli gündüzlü lâğım kazar 13 Haziran günü patlayıcıları yerleştirip selâm çakarlar. Prens, arenadaki imparator edasıyla kasılır, baş parmağı ile yeri gösterip "uçurulsun" buyururlar! Bu arada aşçısına göz kırpar "akşam yemeğini Silistre'de yiyeceğiz" der, "hazırlan!" Alkışlar, kahkahalar... El mi yaman? Evet surlar büyük bir gürültüyle uçar, ancak Musa Paşa daha toz bulutu dağılmadan öyle bir saldırı başlatır ki adamlar donup kalırlar. Rusları mevzilerinden koparır, geri hatlara kadar sürüp çıkarırlar. Bu arada Prens'i de yaralar, revirlik yaparlar. O gün Ruslar 9 generallerini kaybederler ki aralarında İstihkam amiri Şidler de vardır. Cephedekilerin genel kanaati kuşatmanın derhal kaldırılmasından yanadır. Çar, çar naçardır, nazırlarına "benim şerefimi düşünen yok mu" diye sorsa da cevap alamaz. Musa Paşa demiri tavında döver, şaşkınlığı geçmeyen düşman üstüne saldırı tazeledikçe, istilacıların gözü yılar. Ölü sayısı 15 bini, yaralılar 20 bini aşınca Rus Genelkurmayı'ndan (Çar'a rağmen) ricat emri çıkar. 80 bin kişi dediğiniz koca bir şehir sayılır. Çadırlar, ahırlar, mutfaklar... Hasılı çekilmek de kolay olmaz. Ruslar bir yandan toplanırken bir yandan da kaleyi döver, yeni bir baskına meydan vermemeye çalışırlar. Silistre'de kazanılan zafer İstanbul'u heyecanlandırır, Musa Hulusi Paşa'nın Müşir (Mareşal) yapılması kararlaştırılır. Paşamız dünyada kazanabileceği en üst makama gülüp geçer, "keşke omuzlarım apoletsiz, göğsüm madalyasız olaydı da asker evladlarım gibi şehit düşeydim" diye mırıldanır. Ertesi gün sabah nemazı için abdestini alırken bir gülle gelip su terazisine çarpar, sıçrayan taş göğsünü yarar, hasretine nokta koyar. Duadaki samimiyete bak!

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.