İstanbul'u kim aldı: Fatih Kaç yılında: 1453 Kolay soru, kolay cevap. Ama bu iş o kadar kolay olmaz. Evet şehir zikrolunan tarihte ele geçer ama ondan evvelkiler de çok şey yaparlar. Bu serüven taa Medine etrafına hendek kazıldığı günlere uzar, şanlı sahabe orduları, Emeviler, Abbasiler fetih için zemin hazırlarlar. Nitekim Harun Reşid'li yıllarda Müslümanlar sur içinde hatırı sayılır bir sayıya ulaşır, Yedikule, Samatya, Cibali ve Ayvansaray'da mahalleler kurarlar. Galata zaten Arap kolonisidir, tüccarlar, gemiciler Abdülmelik Mesleme'nin yaptırdığı Arap Camii'nde saf tutarlar. Sirkeci'de bir İslam mahkemesi bulunur, Müslümanların arasındaki davalara kadılar bakar. Denge unsuru İş bilen imparatorlar bu yapılanmadan rahatsız olmazlar, zira Müslümanlar iyi sanatkardırlar. En güzel kılıçları onlar döver, en muhkem nalları onlar çakarlar. Saraçlık, sarraflık, hekimlik yaparlar. Dahası bildiklerini paylaşmaktan hoşlanır, yanlarında adam çalıştırırlar. Hem tıkır tıkır vergilerini öder, hem de sermaye getirip iş alanı açarlar. Hepsi bir yana dürüsttürler, merttirler, içki almaz, kumar oynamaz, hırsızlık uğursuzluk yapmazlar. Karakolla marakolla işleri olmaz. O yıllarda Rumlar, Ortodoks olmalarına rağmen Ermenilerden nefret eder onları aşağılamak için bahane ararlar. Halbuki Ermeniler çalışkan ve sanatkar insanlardır ve haliyle iyi kazanırlar. Keseleri dolu olunca pahalı elbiseler giyer, güzel arabalara biner ve mutena semtlerde otururlar. Rumlar hem meyhaneden çıkmaz hem de her şeye sahip olmak için yanıp tutuşurlar. Gün gelir korsanlık damarları kabarmaya başlar. Nitekim korkulan olur, ayak takımı gidip Ermenilere sataşır, itişme kakışma derken düzenin çivisi çıkar. Müslümanlar hadisenin dışındadırlar ama terör mantık tanımaz, çapulcular onların da evlerini basarlar. Muhafızlar katliamı önleyecek yerde serserilere katılırlar. Çocuk kadın demeden doğramaya başlar, zemini kıpkızıl kana boyarlar. İmparator bir emirle kıyımı durduracak güçtedir ama ağırdan alır. Adeta bildiğinizi yapın der, katillere alkış tutar. Mâlum, dünyanın neresinde bir Müslümanın başı ağrısa Halife yardımlarına koşar. Nitekim Harun Reşid de bigâne kalmaz, hadiseyi tetkik etsinler diye Molla Maksud ve Seyyid Cafer adlı iki âlimi İstanbul'a yollar. Bizanslılar bunları kapılardan karşılar, muhteşem konaklarda ağırlar, mükellef sofralar kurarlar. Hediye üstüne hediye sunar, Boğaz gezileri ve Ada turlarıyla oyalarlar. Ancak bizimkiler kül yutmaz o gece kaldıkları konaktan gizlice çıkar, Yedikule Samatya sokaklarına dalarlar. İki devlet adamı gördükleri manzara karşısında donup kalırlar. Ortalık cesetten geçilmez, kargalar bulut bulut iner, ürpertici yaygaralar koparırlar. Kediler köpekler ölülerin kollarını bacaklarını çekiştirir, kemik sıyırmak için birbirlerine hırlarlar. Yakılanlar, ağaca asılanlar, kazığa çakılanlar... Oyulan gözler, dökülen bağırsaklar, koparılan uzuvlar... Seyyid Cafer'in görüşmeyi başardığı üç beş mümin iki göz iki çeşme ağlar, cesetlerin kokmaya başladığını ama defnine izin verilmediğini anlatırlar. Büyük veli ertesi gün gezi programını iptal eder ve hışımla İmparator Nikeforos'un yanına çıkar. Özenle seçtiği cümlelerle bir açıklama ister, sizin anlayacağınız kibarca hesap sorar. Ama adam pişkindir "yok öyle bir şey. Bu katliam söylentilerini de kim çıkarıyor, anlamıyorum" der, işi gargaraya getirmeye bakar. Seyyid Cafer'i birden heybet kaplar, parmağını imparatora doğru sallayıp "çocuk mu kandırıyorsun" diye haykırır, "halkına ve tahtına saygılı ol! İmparatorsan imparator gibi davran ve yalana sığınma! Gözüme mi inanacağım, sana mı inanacağım? Haydi gel, aynı sokaklara birlikte gidelim. Var mısın?" Salonu nasıl yapış yapış bir sükut sarar, öyle ki sinek uçsa mekân uğuldar. Büyük veli fırsatı kaçırmaz "Allah'tan korkan, kuldan utanan, hesap gününe inanan bu katliamı yapamaz" der, taşı gediğine koyar. Tıkın zindana Nazırlar, komutanlar, muhafızlar dona kalırlar. Seyyid Cafer adeta devleşir, ulu perdeden nasihate başlar, süt dökmüş kediye dönen imparatoru yuğar yuğar yıkar. Nedeeen sonra tekfurdan ziyade tekfurcunun biri uyanır "Haşmetmaaplarına hakaret edemezsiniz!" diye yırtınmaya başlar. Nikeforos perişandır, iki kelimelik nefesi kalmıştır, onu da beklenen cümleye harcar: "Tıkın zindana!"