Cebu Kralı Humoban için önemli olan makamıdır, icabında el öper, çanak yalar ama tahtından kopamaz. Macellanın gücünü hissedince Katolik olduğunu açıklar. dahası İspanyolların kaba mallarına ağırlığınca altın verir, zalime bulaşmaktan kaçar. Altın bu, tayfalar çılgına döner, üstlerindeki başlarındakini bile satarlar. Macellan bu safların eline birer haç tutuşturur ve kalabalığı peşine takar. Hep birlikte Müslümanların da yaşadığı Macatan adasına uzanırlar. Ünlü Kaptan onları da sindireceğini sanır ve büyük bir hata yapar. Halbuki adanın lideri Lapu-Lapu tedbirini almıştır, sömürgecileri ustalıkla sıkıştırır ve kolaylıkla avlar. Ağır zırhı ile beline kadar suda yakalanan Macellan kanlı kabarcıklar bırakarak deryaya batar. Komuta, Duarte Barbosa'ya geçse de Macatanlılar saha ve zemin avantajını iyi kullanılırlar. Nitekim katiller paniğe kapılır, soluğu gemilerinde alırlar. İspanyolların "yenilebilir olması" Kral Humoban'ın da gözünü açar. Hele tayfalar amirallerinin cesedini almak için dövüşmek yerine ıvır zıvırla takasa kalkışınca zerre kadar itibarları kalmaz. Demek ki beyaz adamların olağanüstü güçleri filan yoktur, onlar da nefes almakta, ölmekte, yaralanmakta, dostlarını satmaktadırlar! Sen misin kaşınan! Macellan geberdikten sonra başlarına buyruk kalan beyaz yamyamlar kadınlara sarkmaya başlar. Bir yandan delicesine altın toplar, bir yandan gitmek için sabırsızlanırlar. İşte bu panik Kralın gözünden kaçmaz. Daha üç gün evvel adını Don Carlos diye değiştiren Humoban ani bir kararla İspanyolları tutuklar. Gemidekiler arkadaşları için bedel ödemek yerine demir alıp kaçmaya kalkar, Juan Carvahallo'yu bile karada bırakırlar. Ancak yelkenleri açmaya fırsat bulamazlar, yerliler yüzlerce sandalla gelip onları kuşatırlar. Direnen gemiyi (Conseption) suya gömer, zafer naraları ile diğerlerine saldırırlar. Öbür gemileri batırmaları işten bile değildir ama Kralın eli kalkar. Humoba bunları bağışlar, "bi daha buralarda dolandığınızı görmiyeyim" deyip, enselerine şamarı basar. İspanyollar Cebu'dan kurtulduktan sonra ardlarına bile bakmaz, Müslümanların hakimiyetindeki Mindanao adasına yaklaşamazlar. Zira karşılarında çok daha organize bir güç bulacaklarının farkındadırlar. Kararsız bir seyir tutturur bu arada rast geldikleri tekneleri soyar eskisi gibi korsanlık yaparlar. Nedeen sonra esirler arasında iş bilen biri çıkar da onun kılavuzluğunda Molük Adalarına varırlar. Ancak Serrao birkaç gün önce ölmüştür. Macellan'a bu fikri veren adama sağken ulaşamazlar. Dindar bir emir olan El Mansur İspanyolların sırıtan simalarına aldanır, onları dostça karşılar. Lâkin güverteye çıkınca domuz kokusundan içi bulanır, kusmamak için burnunu tıkar. Serüvenciler beş on gün dinlenip yola çıkmaya kalkarlar. Ancak Triniad yeteri kadar yorgundur, tam da aziz Jago'nun bayrağını açıp selamet duaları yaparlarken "benden bu kadar" deyip çatırdamaya başlar. Yükte hafif pahada ağır malları kurtarır, karaya çıkarırlar. Ellerinde tek tekne kalınca bölünme ihtiyacı duyarlar. İçlerinden kırkı El Cano'ya katılır, diğerleri şerbet gibi havaya latif iklime tutulur, burada kalırlar. Kaptan Cano yola çıkınca gözünü dört açar, yabancı gemilere görünmemeye bakar. Zira civarda Portekizlilerin acentaları vardır, gemileri dolanır. Bunlar Macellan'ı yakalama emri almışlardır, hiç şüphesiz gereğini yaparlar. Kaldı ki gemi güçsüz ve yorgundur hepsi bir yana Hint sıcağında etleri bozulur, fıçılar kurtlanır. Böcek, küf, mantar artık ne ararsan... Gene açlık, gıdasızlık, yine yayılan iskorbüt, cesetler, fırtınalar... Tonlarca baharatın arasında aç kalır, ister istemez bir Portekiz limanına yanaşırlar. "Amerika yolunda fırtınaya yakalandık" yalanını uydurur ve birkaç sandal dolusu su ve yiyecek alırlar. Sandalın son seferinde ayyaş bir tayfa baharatla konyak takaslamaya kalkınca foyaları meydana çıkar. Kaptan Cano üstlerine doğru gelen tekneyi görünce demir alıp kaçar. Arkadaşlarını iskelede bırakırlar. 18 yorgun adam Neyse, Victoria Hind Okyanusuna ulaşır ve Ümit Burnunu dolanır. Vincent Burnunu gördüklerinde 2 günlük yolları kaldığını anlarlar. Bir gün, bir gece derken İspanya'ya varır ve San Lucar'a yanaşırlar. Yola çıktıklarında 5 gemi ve 265 tayfaları vardır, üç yıl sonra aynı noktaya geldiklerinde tek gemileri ve 18 gemicileri kalmıştır. Peki diyeceksiniz, ya San Antonio ile Patagonya'dan dönen tayfalar? Bunların lideri Mesquita kimsenin dönebileceğine inanmadığı için oturup senaryo yazar, kendine itibarlı bir hayat sağlar. Ancak El Cano'nun gelişiyle maskesi yırtılır, ömrünün kalan kısmını kodeste tamamlar. Hadisenin kahramanı şüphesiz El Cano'dur, ancak seyir notlarını tutan Pigafetta, Macellan'ı allar pullar, şöhret yapar. Nedense bu notlar Krala sunulduktan sonra esrarengiz bir şekilde kaybolur. Bilahare kitaplaştırılan hatırat kulaktan dolmadır, elbette bir çok lüzumlu teferruatı atlar. Neye niyet İspanyollar kale kurup korumalarına rağmen Macellan Boğazı pek kullanılmaz, metruk karakol harap olur, fırtınalara dayanamaz. Bu boğazdan kırk yılın başı birkaç balina avcısı geçer o kadar. Baharat adalarını ise 50 bin altına Portekiz'e satarlar. Hasılı adı geçen sefer dünyanın yuvarlak olduğunu ispattan başka bir işe yaramaz. Halbuki Suriyeli Ebu-l Fida yıllar önce sürekli batıya gidenin takvimden bir gün geri kalacağını, doğuya gidenin bir gün ileri olacağını açıklar. Aynı yöne gidip aynı yere gelmek bilinen bir şeydir, Müslümanlar bunu tartışmayı bile komik bulurlar. Misyonerler yola din yayma kaygısıyla çıkarlarsa da dünyanın yuvarlak olduğunu anlayınca kiliseyi sorgulamaya başlarlar. Belki Hristiyanlığı Güney Amerika'ya Uzak Doğuya taşırlar ama kendi inançlarında derin bir sarsıntı yaşarlar.