Süheyb-i Rûmî (Radıyallahu anh)

A -
A +

Afrika'dan toplanıp Amerika'da pazarlanan, şeker kamışı ve pamuk tarlalarında kırbaç zoruyla çalıştırılan zencilerin hikâyesini çok anlattık. Batılılar eskiden beri insan ticareti yapar, sadece savaş esirlerini alıp satmaz, barış zamanlarında da köy, mezra, avul basar yakaladıklarını zincire vururlar. İşte Nemr kabilesinden Yemenli Kasıtoğlu Sinan ve hanımı Kuayd kızı Selma o yıllarda Musul civarlarında bulunurlar. Sinan, Kisra'nın emrinde çalışır, Übülle'de Hâkimlik (valilik gibi bir şey) yapar. Aralarında hiçbir problem olmadığı halde Bizanslılar şehre saldırır, Sinan'ın oğlu Süyehb'i kaçırırlar. Fidyeciler vali ile temas kuramamış olmalıdırlar ki, küçük Süheyb anne ve babasıyla kucaklaşamaz. Onu Anadolu'ya götürür, ucuz pahalı demez esir pazarında satarlar. Bunda da bir hayır vardır, Süheyb çok insan tanır, çok yer dolanır, Rumca'yı da mükemmel konuşmaya başlar. Derken Kelp Kabilesinden tacirlerin eline geçer, onu alır getirir Mekke'de piyasaya sunarlar. Kureyş zenginlerinden Abdullah bin Cüd'an bu sevimli çocuk için istenen bedeli öder ama onu bunaltmaz, işine gücüne karışmaz. Süheyb-i Rûmî, Rumcasını konuşturur, enteresan mallar bulur, kârlı ticaretler yapar, nitekim hürriyetini satın almakta zorlanmaz. Diğer bir rivayete göre de kendisi esir tüccarlarının elinden kurtulur ve Mekke'ye kaçar. Himayesinde bulunmak üzere Abdullah bin Cü'dan ile sözleşme yapar. Her halükârda emr altındadır, değişen bir şey olmaz. Emin'e uyar Süheyb sevimli biridir, alışverişten iyi anlar, kısa sürede mal mülk sahibi olur, evini ocağını kurar. Araplar bu kırmızımtrak çehreli, sık saçlı, mütebessim taciri sever, sayar "Rumî" lâkabıyla anarlar. Süheyb-i Rumî, Allahın Habibini gençlik yıllarından bilir. "Muhammed-ül emin"in, emin olduğundan adı gibi emindir. Onun söylediklerinden zerre kadar şüphe duymaz. Efendimiz (Sallallahü aleyhi ve selem) İslâm'ı tebliğe başlayınca Kureyşliler ayaklanırlar. Aslında put büst bahanedir, sömürü düzeninin bitmesinden korkarlar. Fakirlerle kölelerle bir arada bulunmayı nefislerine yediremezler o kadar. Sinan oğlu Süheyb yıllardır Hristiyanlar arasında kaldığı için geleceği beklenen peygamberin vasıflarını duyar ki Abdülmuttalib'in torunu buna tamı tamına uyar. Eh, ahir zaman peygamberine eshab olmak gibi nimeti kaçıracak değildir ya. Nurlu kapıda Ancak o günlerde baskı ve terör ayyuka çıkmıştır, Dar-ül Erkam civarında turlar, içeri girmek için münasip bir zaman ve fırsat kollar. Hazret-i Erkam Mekke eşrafından itibarlı bir zattır, evi yüksekçe bir yerde kurulmuştur ve Kâbe-i Muazzama'ya bakar. Emniyetlidir de bu yüzden Server-i Kâinat müminlerle burada buluşur, rahatça ibâdet yaparlar. Bu ev kapısını öyle büyük hizmetlere aralar ki inananlar onu "Dar'ül-İslâm" adıyla anarlar. Vakit saat derler ya Süheyb o gün kararını verir, Efendimizi görmeyi ve kelimeyi şehadet getirmeyi arzular. Dar-ül Erkam taraflarında Yâser oğlu Ammâr'la karşılaşırlar. Ammar, Süheyb bin Sinan'ın önüne geçip sorar: "Ne arıyorsun burada?" - Peki sen ne arıyorsun? - Ben kararımı verdim, Müslüman olacağım. -Ben de! Sıkıntılı yıllar Oracıkta kucaklaşır, kapıyı birlikte çalarlar. Yüzü suyu hürmetine kâinatın yaratıldığı Server'in huzurunda iman eder, akşama kadar doyulmaz bir sohbete kavuşurlar... Süheyb bin Sinan, âdeta kanat takar uçar, ayakları yere basmaz. Ebubekir, Bilal, Habbab, Ammar ve Sümeyye (Radıyallahü anhüm) gibi Müslüman olduğunu açıkça ilan eder ve o neşe ile tebliğe başlar. O güne kadar senli benli muhabbet eden Kureyşliler değişiverir, ona bir "köle eskisi" olduğunu hatırlatırlar. Mekke'de köleler efendilerden farklı düşünemez, farklı inanamazlar. Düşünün, adamlar kalplere ipotek koyacaklarını sanırlar. Baskıysa baskı, dayaksa dayak... Şu üç günlük dünya sıkıntılı olsa ne yazar? Elbette kimi kimsesi, ardında duracak sülalesi olmadığı için o daha ağır hakaretlere uğrar. Müşrikler yeni yeni işkence usulleri arar, Süheyb üstünde tatbik imkânı bulurlar. Mesela ona demirden bir zırh giydirir, sarı sıcakta güneş altında bırakırlar. Âdeta canlı canlı buğulama yapar, cildini kabartırlar. Hele tuzla ovalayınca... Istıraba bak!.. Efendimiz Süheyb'i çok sever, "İslâm'da önde bulunanlar dörttür. Ben Arab'ın, Süheyb Rum'un, Selman Fars'ın, Bilal de Habeş'in öncüleriyiz" buyururlar. Hicret yolunda Bir gün, Hazret-i Habbâb ve Hazret-i Ammâr'la giderlerken, puta tapıcılarla karşılaşırlar. Müşrikler onlara laf atar, "hele hidayete erenlere bakın" deyip alaya alırlar. Süheyb (Radıyallahu anh) geri adım atmaz. Sineceğini sanan müşriklerin karşısına çıkar "Evet!" der, "Biz Allahü teâlânın Peygamberine tâbi olan, Onunla beraber bulunmaktan zevk alan kimseleriz. Şunu iyi bilin ki İslam'da zillet ve alçaklık yoktur, şirkte fazilet ve yücelik bulunmadığı gibi..." O devir Mekke'sinde böyle konuşan birinin kemiklerini kırarlar. Nitekim Hazret-i Süheyb'i de araya alır, yorulasıya vururlar. Öyle ki mübarek şuurunu kaybede yazar... Müşriklerin bu ve buna benzer saldırıları sürerken En'am sure-i celilesinin 52. ve 53. ayetleri nazil olur ve garip müminler çok ferahlar. Efendimiz kutlu hicretlerini Hazret-i Ebubekir ve Süheyb-i Rumî ile yapmayı arzularlar. O gece Ebubekir (Radıyallahu anh) üç defa gelir gider onu her seferinde namaz kılarken bulur, oturup konuşamazlar. Hazret-i Ebubekir'in hanımı Ümmü Rumman ertesi sabah Süheyb'e haber yollar "Kardeşlerin hareket ettiler, daha ne duruyorsun, senin azığını da hazırladılar." Azığı kim görür, Süheyb gündüz müşrikleri oyalar, gece yayını kılıcını kaptığı gibi yola çıkar...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.