Tarihe geçen tarihçi İdris-i Bitlisi

A -
A +

İdris-i Bitlisi adı üzerine Bitlislidir. Babası Şeyh Hüsameddin Ali, uzun yıllar Uzun Hasan'a nişancılık yapar. Nişancı deyince aklınıza okçu, tüfenkçi gelmesin, göze ve kulağa hoş gelecek şekilde divan zabıtlarını tutar. Arabiye, Farisiye olan vukufiyeti ile tanınır, tefsir ve tesavvuf hakkında eserler hazırlar. Zaten o yıllarda Diyarıbekr ve Tebriz âlim kaynar, işte Mevlânâ İdris bu münbit iklimde boy atar. Molla Cami gibi bir zirvenin sohbetlerinden inci mercan toplar. O da babası gibi Akkoyunlu sarayında münşilik (kâtiplik) yapar. Yakup Bey onu çok beğenir, ardından gelen hükümdarlar (Rüstem ve Elvend Bey) okutsun diye çocuklarını Bitlisli İdris'e yollarlar. Derken Şah İsmail yöreyi istila eder, Akkoyunlular dağılırlar. İdris-i Bitlisi gibi bir devlet adamına Tahran'ın da ihtiyacı vardır ama o çeker çarıklarını İstanbul'a koşar, Osmanlının emrinde olmayı yeğ tutar. 2. Bayezid, âlimin kıymetini bilir onu kapılarda karşılar. Kaldı ki bir vak'anüvis lâzımdır ki, ondan iyisini arasa bulamaz. İdris-i Bitlisi 30 ay gibi kısa bir zamanda Heşt Behişt adlı manzum eseri tamamlar, sultana sunar. Sekiz Osmanlı sultanını anlatan Heşt Behişt 80 bin beyittir ama rastgele seçilen satırlar bile cevahir gibi parıldar. Lebbeyk Sarayda çekemeyenler daima ola gelmiştir, ona da tavır koyar, ihsanı şahaneyi vermemek için bin bahane bulurlar. Mevlânâ İdris'in parayla pulla işi olmaz, hakkını hazineye bağışlar, Harameyn'e doğru yola çıkar. Mukaddes yolculuk esnasında İskenderiye ve Kahire'de konaklar, Memlûk hükümdarı Kansu Gûri ile tanışırlar. İbrahim Gülşeni hazretlerinin huzurunda arınır yıkanır, deryalara dalar. Mekke'de harikulade haller yaşamış olmalıdır, mükerrem beldeden ayrılamaz. Ancak o günlerde tahta çıkan Yavuz'dan "gel" emr alınca dakika durmaz. Zira ikisinin de hedefleri vardır, Müslümanları dağınıklıktan kurtarmanın yollarını ararlar. Nitekim Safeviler ve Memlûklar hakkında bildiklerini anlatır, Orta Doğu'ya has incelikleri fısıldar. O günlerde dengeler altüst olmuş, çizgiler birbirine karışmıştır. Anadolu'daki bazı Türk boyları Şii dailerin propagandasına kanarken, İran'ın eli altındaki Sünni Kürtler İstanbul'a yakın dururlar. İşe bakın Türkmenler Şaha destek verir, Kürtler Padişahın yanında olurlar. Tebriz'i Safevîlerin başkenti yapan Şah İsmail, Şiraz ve Bağdad'ı ele geçirince çok can yakar. Ardından Özbek Hanı Şeyhânî'nin üstüne yürür, Merv Savaşını kazanıp Asya'ya yayılırlar. Neticede yollar Çaldıran'a çıkar. Mevlana İdris, Yavuz Selim'le omuz omuza çarpışır, zafer kazanıldı diye de oturmaz. Verdiği vaaz ve nasihatlerle halkı kazanmaya bakar. Sultanın hiçbir emrine hayır demez, o kadar meşguliyeti arasında bir de "Tebriz Karakol Komutanlığı" yapar. Yöre henüz durulmuş değildir, ufacık kıpırtıları bile dikkatle izler, hadiselere dallanıp budaklanmadan el koyar. Kopacak fitnenin farkındadır, Yavuz'un tedbirli olmasını sağlar. Nitekim Şah'ın daileri, gider taa Anadolu'nun ortasında, Akdeniz havzasında isyan (Şahkulu) çıkarırlar, üzerlerine gelen askerlere karşı da muvaffak olurlar. O hengamede Şah İsmail'in kardeşi Karahan, Bitlis ve Diyarbakır'ı ele geçirir, Sünni halka görülmemiş eziyetler yapar. Safeviler 50 bin cana kıyar, camilerde Hazret-i Ebubekir, Ömer ve Osman'a (radıyallahu anhüm) lânet okurlar. Yavuz Selim, Bıyıklı Mehmet Paşayı Diyarıbekr üzerine yollar, İdris-i Bitlisi topladığı 10 bin gönüllü ile Osmanlı ordusuna güç katar. Karahan paniğe kapılıp, Mardin'e kaçar, ama peşini bırakmazlar. Hem onu yakalar, hem de Mardin'i Osmanlı sınırlarına katarlar. Ortalık durulunca İdris-i Bitlisi hazretleri yöredeki Kürt emirlerini tek tek dolanır, onlara Yavuz'un nasıl mert, yiğit ve sözünün eri olduğunu anlatır. Beyler, bu güler yüzlü, tatlı dilli âlimin kendisi için bir şey istemediğini anlar, ihlasına inanırlar. Sadece iki ay içinde Bitlis, Urmiye, İmadiye, İtak, Cizre, Eğil, Hizan, Garzan, Palu, Siirt, Hısn-ı Keyfa, İmadiye, Pertek, Çemişgezek, Meyyafarakin, Malatya, Besni ve Harput emirleri Osmanlı'ya bağlanır, Suran, Atak, Sason, Sincar, Çermik aşiretleri de onlara katılırlar. Ki böyle bir gelişme benim diyen ordularla bile başarılamaz. Yavuz, bu hizmetin altında kalmaz, "Kazaskerlik" rütbesi ile taltif eder ki artık Diyarıbekr havalisini ondan sorarlar. İdris-i Bitlisi durmaz, gider Urfa ve Musul emirleriyle görüşür, onları da Memlûklardan koparır, Osmanlı'ya bağlanmalarını sağlar. Hısn-ı Keyfa'yı Eyyubi hanedanından Halil Beye bağışlayınca, İstanbul adına büyük puan toplar. Hasılı o günden sonra Kürtler 330 yıl sadakat ve sükunet içinde yaşar, ilk kez "Tanzimat Fermanı" ile huzursuz olurlar. Şimdi bazı bölücü yazarlar İdris-i Bitlisi hazretlerine ateş püskürüyor, onu "iş birlikçilikle" suçluyorlar. İyi ki İstanbul ile iş birliği yapmışlar, yoksa Şahın zulmüne düçar olacaktılar. Müminler kardeştir Mâlum, Osmanlılar "İslâm hukukuyla çatışmamak kaydıyla" örf ve âdetlere karışmaz, kültürleri zenginlik sayar, eritmeye çalışmazlar. Türk, Kürt, Arap, Acem, Boşnak, Hırvat fark etmez, kavmiyetçilik yapılmaz. Kelime-i şehadet getiren "asıl unsur"dur, getirmeyenler "azınlık"tırlar. Hoş, Osmanlı azınlıkların da (zimmîlerin) hakkını hukukunu kollar. Unutmadan söyleyelim İdris-i Bitlisi hazretleri Çaldıran'ın ardından Mercidabık ve Rıdaniye Zaferlerinin altyapısını hazırlar, İstanbul'un hilafet merkezi olmasını canı gönülden arzular. Hayatı böylesine hareketli geçmesine rağmen 28 mükemmel eser kaleme alan İdris-i Bitlisi ahir ömründe Eyyûbsultan sırtlarını mekân tutar. Oğlu Mehmed Efendi de âlim ve şairdir, "Fazlî" mahlâsı ile ciddi eserlere imza atar. Kabri hayatı gibi mütevazıdır, Bülbülderesi'nde hanımı Zeynep Hatun'un yaptırdığı mescidin haziresinde yatar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.