Muallim Cevdet kendi halinde bir insandır, ya kitaplarıyla oyalanır ya da İstanbul'u dolanır. İskelelerde oturur, camilere sokulur, şadırvanlarda abdest alır. Bazen bir çeşme kitabesine, bir mezar taşına, bir kuş evine dalar kalır. Çoğu zaman talebelerini de peşine takar, onları tarih şuuruyla donatmaya bakar. Dershanelerle yetinmez, dış dünyayı da mektep yapar. Kah bir somun alır üleşirler, kah omuz omuza muhallebi kaşıklarlar. Çocukların pasolarını kabul etmeyen tramvay idaresine (Fransızlar işletmektedir) kızınca, "ayaklarımız ne güne duruyor" der yürümeye başlar. Madem herkeste şemsiye yoktur o da açmaz, sicim gibi yağmurda birlikte ıslanırlar. Öğrencilerini sadece mamur saraylara, albenili kasırlara değil eski Bizans dehlizlerine, yangın yerlerine, harabeye dönen medreselere de götürür, kimi zaman bimekanların saldırısına uğrar, kimi zaman ayaklarına dolanan yılanlarla uğraşırlar. En azından harabelerde pirelenir kaşınmaktan perişan olurlar. Bir keresinde de Anemas zindanlarında kaybolur yer altında koşuşturup durur, nefes nefese çıkışı ararlar. Olacak bu ya İvaz Paşa Camii'nin müezzini seslerini duyar da yardımlarına koşar. Muallim Cevdet çocukların bitmek bilmeyen sorularından zevk alır, onlarla birlikte kubbelere tırmanır, duvarlardan atlar. Bazen mesirelere gider otları kuşları tanımaya çalışırlar. Kavak gezisinde çocuğun biri avuçladığı kuma "altın gibi" deyince kumsalın adını "Altınkum" koyarlar. Talebeleriyle birlikte bir teklif mektubu yazar, nüshalardan herbirini Vilayete, Belediyeye ve Sahil Muhafaza İdaresine yollar ve resmiyete geçmesini sağlarlar. Dikkat ederseniz Muallim Cevdet bir avuç kumdan yola çıkar, çocuklara devlet dairelerinde nasıl iş yaptırılacağını öğretmeye bakar. Sevimli muallim Osmanlı başkenti işgal altındayken bile görevini aksatmaz İngiliz donanmasını ve serpuşlu işgal askerlerini yok sayar. Kitaplar arasında Muallim Cevdet her ikindiden sonra mutlaka sahaflara uğrar, işine yarayacak bir şeyler bakar. Zaten satıcıların hepsiyle ahbaptır, onlara "sana yeni bir şeyler gelmiş, kuşlar söyledi" diye zarf atar. Alabildiğini alır, parası yetmezse okumak için ister ve tam saatinde getirip yerine koyar. Bu işle ilgisi alâkası olmadığı halde bedelini bastırıp eser kapatanlara "kitap hamalı" der ve çok kızar. Sanırım biraz da kaçırdığı eserlere yanar. Sahaflar ona makul bir fiyat söyler, zira o kitabı pazarlık metaı yapmaz. Elinden gelse fazlasını vermeyi arzular. Aybaşında maaşını alır almaz gelir, borcunu kapatıp rahatlar. Cinayet ve aşk romanlarına müptela olan gençleri darıltıp kırmadan kazanır, onlara ilmî eser okuma zevkini aşılar. Muallim Cevdet tutumlu bir insandır ıvıra zıvıra para harcamaz. Ama kitap dendi mi akan sular durur, ceketini satıp sahip olmaya bakar. Cahil cühela elinde ziyan olan nadide kitapları sonraki nesillere aktarabilmek için nefis bir kütüphane kurar. El yazmalarından olduğu kadar cildden tezhipten de anlar eski eserleri bebek gibi öper koklar, bağrına basar. Canım kitapları mahveden acemi mücellitlere dayanamaz "bunlar tamirci değil tahripçi" der, düzeltilemeyecek kadar şirazesi kaçanları dert eder, oturur hırsından ağlar. Üstad İstanbul Belediye Kütüphanesine on binden fazla kitap ve el yazması bırakır ki bunlar servet sayılır. Ancak Osmanlıca okuyabilenlerin azalması yüzünden bu kaynaklar kurumaya yüz tutar. Ciddiyet esas Bilirsiniz ziyalılar (şimdi aydın diyorlar) arasında çekişme eksik olmaz ama o maaşını yarıya indiren Maarif Nazırı Şükrü Bey hakkında bile konuşmaz. Kültürümüze hizmeti dokunan kalem erbabını hayırla anar. Özellikle Ali Emiri Efendi'ye, Mehmed Tahir Beye, İsmail Saip Sencer'e ve Dr. Süheyl Ünver'e büyük bir hayranlık duyar. Muallim Cevdet kibar ama ciddi bir insandır, yalakalıktan, şakşakçılıktan hoşlanmaz. Laubalililiğe hiç dayanamaz. Kütüphanelerde ve arşiv dairelerinde sigara içenleri felaket azarlar. Nice ünlüler ondan papara yer de seslerini bile çıkaramazlar. Öyle ya bu muhteşem hazine bir kıvılcıma bakar. (Di mi ama...) Gürültüden hiç hazzetmez öyle ki alt kattan tabak şakırtısı geliyor diye Amerikan mektebindeki işini terk edecek kadar... Halbuki odası, "nehr-i aziz" dediği ve çok sevdiği İstanbul Boğazına bakar. Makas değiştirirken tekerlekleri ciyaklıyor diye tramvaya binmekten kaçar. Annesini rahatsız etmesinler diye, avaz avaz bağıran satıcılara bahşiş verir, onun evinin önünden geçen bozacılar, salepçiler parmaklarının ucuna basarlar. Muallim Bey zengin değildir ama sakatların, kimsesizlerin, yardımına koşar. Balkan Harbinde kolsuz bacaksız (ve parasız) kalan malul gazileri Beyazıt'taki Arnavudun lokantasına götürür, "bunlar ne zaman gelirse çorbalarını ver" der, "hesabı bana yaz." Fatura yüklü de çıksa öder, bundan büyük bir zevk duyar. İdealist Muallim bunca hengamenin arasında Şehname, Şark İlyadası, Usul-i İnşa, Askeri Din Dersleri, İbn Batuta'ya Zeyl, Müderris Ahmet Naim, Spor Ruhu ve Tarihi Sözlük gibi ciddi eserlere imza atar.