Yapılacak iş, kabul edilecek kabahat değildir ama Dara Şikuh'un komutanlarından Rânâ, seyyidlerden birinin hanımını kaçırır, yanında alıkoyar. Muhammed Masum hazretleri derhal sultanın kapısını çalar, kadının salıverilmesini ve komutanın cezalandırılmasını arzular. Dara Şikuh "şu anda Evreng-i Zib bana isyan etti" der, "Rânâ gibi bir komutana şiddetle ihtiyacım var." - Bizi dinlersen mazlumların hakkını ara! Üstelik biri seyyid, diğeri ana. - Dedim ya Rânâ ile yolumu ayıramam. Ama şunu yapabilirim. O seyyide bol para vereyim, gitsin şehrin en güzel kızıyla evlensin. Teklifin çirkinliğine bak! Muhammed Masum hazretleri kırgın bir şekilde kapıdan ayrılırlar. Her şey inceldiği yerden, zulüm kalınlaştığı yerden kopar. Sultan ah alıp sonunu hazırlar. İsyancılar askerleri az, komutanları tecrübesiz olmasına rağmen Dara'yı dağıtırlar. Evreng-i Zib öyle kolay bir zafer kazanır ki kendi de şaşar. Bu devletin kimin hatırına geldiği açıktır, artık Muhammed Masum hazretlerine toz kondurmaz. Hayalden vazgeç Zaman zaman Muhammed Ma'sûm hazretlerinin sohbetine katılan gençlerden biri bir Hind dilberine tutulur ki nasıl anlatıla. Deli divane olur, ne uyur, ne yatar. Ne de ağzına lokma koyar. Anası babası çok nasihat eder, yalvarırlar, yakarırlar, ı ıh... Nitekim dergaha getirir, Muhammed Masum hazretlerine çıkarırlar. Büyük veli tek bir cümle ile "bu hayâlden vazgeç" buyururlar, "gel himmet ve arzu yüzünü hakîkat bahçesine çevir! Mârifet bostanından meyveler topla!" Hâfız-ı Şirâzî'nin dediği gibi: "Âşık! Hakiki aşkı kendine şiar eyle Dünya sevdalarını tıfıllara bırak!" Muhammed Ma'sûm hazretleri ne zaman ki "Seni bu hâlden kurtardılar" buyurur, delikanlı kendini toplar, mecazî aşkı, hakîkî aşka tebdil olur ve tasavvuf yolunda mesafe almaya başlar... Muhammed Masum hazretlerinin ziyaretçisi çoktur, misafirlerine mutlaka sofra açar. Dergâhın masrafı mâlum, sonra talebeler, garipler, yolcular... Mahdut kazançla yürüyecek gibi değildir, giderler, geliri misli misli aşar. Her ne kadar matematikle izah edilmeyen bir bereket yaşasalar da fakir sayılırlar. Belki daha evvel de rastlamıştır ama günün birinde okuduğu hadis-i şerif onu çok sarsar. Bakın Âlemlerin Efendisi ne buyururlar: "Ehl-i âfiyet kıyamet günü bela ve dert sahiplerine verilen nimetleri görünce dünyada derilerinin makaslarla kesilmiş olmasını arzular." O günden itibaren Muhammed Masum hazretleri bu arzuyla yanıp tutuşur. "Ne olurdu hayatın tatlısı acı olsa Benden razı olsan da insanlar darılsa" beytini henüz terennüm etmiştir ki bacağında dayanılmaz bir acı duyar. Talebelerine hissettirmez ama âdeta dizi kopar. Sevenlerinden biri yanlışlıkla değince cereyana kapılmış gibi titrer, ıstırapla kıvranmaya başlar. Dokunanı yakan bir sızı, varın düşünün sahibini ne yapar? Nitekim ağrı hem aşağı iner hem yukarı çıkar, gün gelir bütün vücudu sarar. Defterden silinince Muhammed Ma'sûm hazretleri o sene duâların kabûl olduğu, ecellerin takdir edildiği Berât Gecesinde "Bir kutbun ismi yaşayanlar defterinden silindi" buyururlar, talebelerine bu kadar ip ucu yeter, hocalarını kaybedeceklerini anlar, azalan sürede azami istifadeye çalışırlar. Büyük veli kitaplarını etrafındakilere dağıtır, artık kendini kabir ehlinden sayar. O gece Serhend şehrindeki evlerin kapısında bir ses duyulur, "Kayyûm-i zaman fani dünyadan ayrılıyor, onun güzel yüzünü görmek isteyenler çabuk olsunlar!" Nasipliler koşarlar, büyük veli ayrılırken "Esselamü aleyküm" der, hepsiyle vedalaşırlar. "Esselamü aleyküm" Yoksa meleklerle mi selamlaşırlar, özlediklerine mi kavuşurlar? O gün bir zelzele olur ve şiddetli bir yağmur yağar. Tabiri caizse yer dövünür, gök ağlar. Kabri de hayatı gibi sadedir, ancak Sultan Evreng-i Zib Alemgir, üzerine güzel ve sanatlı bir türbe yapar. > Buyurdular ki: * Kâmil bir Müslüman, namaza durunca âdeta dünyâdan çıkar. Zaten dünyâda Allahü teâlâya yaklaşmak, çok az nasîb olur ve bu zılle (gölgeye) olan yakınlıktır. Âhiret ise, asla yakınlık yeridir. İşte namazda, âhirete girer, burada nasîb olan devletten hisse alırlar. Bu dünyâda hasret ve firâk ateşi ile yananlar, namaz çeşmesinin suyu ile serinleyip rahat bulurlar. Büyüklük ve mâbûdluk sahrâsında şaşırıp kalanlar, vuslatın kokusunu duyarlar. Resulullah Efendimiz "Bir mümin namaz kılmağa başlayınca, onun için Cennet kapıları açılır, hûriler karşılar. Rabbi ile onun arasında bulunan perdeler kalkar" buyurdular. * Allahü teâlâ bizi beyhûde yaratmadı, insan emirlere itaatle ve yasaklardan sakınmakla mükellef kılındı. Gece karanlığını istiğfâr ile aydınlatmalı, âhiret için azık hazırlamalı. Ömrün en kıymetli zamânı gençlik zamânıdır. Gençliğini hevâ ve heves peşinde harcayıp, mârifetullahı, ihtiyârlığa bırakanlara yazıklar olsun!" * Kıymetli vaktini fânî ve denî olan dünyâ için sarf eden gençlerin acınacak halleri var! Onlar aldatıcı bir kahpeye âşık oldular, değerli cevherleri saksı parçaları ile takasladılar. Son nefes korkusu öyle bir nîmettir ki, Hakk'ın dostları bu derde tutulup giriftâr olurlar. * Rızık mukadderdir. Ziyâde ve noksan olma ihtimâli yoktur. Rızkın noksan veya ziyâde olması, Hak teâlânın husûsî fazlı iledir. Hiç kimse karışamaz. * Attâr-ı Şiblî kırk sene ağladı ve başını yerden kaldırmadı. Sordular neden? - Kıyâmet gününün heybetinden, kabrin korkusundan. - Peki başını niye kaldırmıyorsun? - Bir zamanlar çok kahkaha attım, şimdi nasıl utanmam?