Politikacılar genelde az okur, az sorar, çok konuşurlar. Bilmedikleri mevzularda da "hikmet" buyurur, sıkıştıkça demagoji yaparlar. Kennedy aksine çok okur, hele devlet adamlarının hatıralarını asla kaçırmaz. Bilirsiniz siyasetçiler en fazla seçmen baskısından yakınırlar. Şimdi düşünün adamın biri çıkar, kuş uçmaz kervan geçmez bir kuytuya mektep, hastane arzular. Bir başkası "bizim dağlara niçin ağaç dikilmiyor" diye diklenmeye kalkar. Şaşılacak şeydir ama Kennedy böylesi yazışmalardan zevk duyar. İlgili birimleri ayağa kaldırır, kuytu köşelere uzman, çorak yamaçlara fidan yollar. Talep sahiplerini arayıp bilgilendirir, "başka emrin var mı" diye sorar. Eh vatandaş da mektubunun mürekkebi kurumadan işini halleden senatörü farklı tutar. Elbette Kennedy'nin yazışmalarını da adamları yapar ama o sadece altına imza atmakla kalmaz, konuyu takip eder, neticelendirmek için çaba harcar. Evet senatörlerin sekreterlerine dağıtmak üzere kullandıkları bir tahsisat vardır ama Kennedyler kadroyu geniş tutar, tahsisatı kat be kat aşarlar. Burada dikkatten kaçan bir Katolik dayanışması vardır, gönüllü gençler bedava mesai yapar, ölümüne çalışırlar. Kaldı ki John bu faaliyetlere maddeten katılmak isteyenleri de reddetmez, ancak bir kişinin 100 dolar vermesindense 100 kişinin 1 er dolar bağışlamasını arzular, katılımı yaymaya bakar. Her taşın altından Kennedy'nin bir ara bel ağrıları nükseder. Doktorlar onu istirahate zorlarlar. Babasının Palm Beach'daki villasına çekilen başkan adayı elindeki mektuplardan yola çıkarak bir kitap yazar ki, ona göre siyasetçiler halkın derdiyle dertlenmeli ve bundan keyif almalıdırlar. İnsanlardan sıkılanlar bu işe soyunmamalıdırlar. "Profiles in Courage" (Cesaret Profilleri) adını taşıyan eser yankı uyandırır, nitekim Pulitzer Mükafatını getirip önüne koyarlar. Kennedy patronların toplantılarına da katılır, işçi sendikalarına da girer çıkar. Çiftçilerle tacirlerle bir arada olmaya bakar. Hitap ettiği insanların taleplerini dinler, çarelerini de onlara sorar. Zaten konuşma öncesi adamları ona her türlü bilgiyi sağlarlar. Ama Kennedy diğerlerinin yaptığı gibi eline tutuşturulan nutukları okumaz. Konuya "cuk" oturan tarihî bir vaka anlatmadan hitabetini noktalamaz. Önünde mutlaka üç beş sayfa not olur lâkin bunlara bakma gereği duymaz. Sadece dilini değil elini kolunu da kullanır, dinleyicilerin gözlerinin içine bakarak tesir altına almaya bakar. Sonra gazetecilerle iyi geçinir, basın mensuplarına kapısını daima açık tutar. Zaten birçok gazete ve dergiye yazı verir ki medya mensupları onu kendilerinden sayarlar. Kennedy Demokrat olmasına rağmen Cumhuriyetçileri de arar sorar, işlerini halle bakar. Öyle ki bazı politikacılar karşı cenahta olmalarına rağmen ona üstü kapalı destek sağlarlar. Kennedy, yaşlı senatörleri hoş tutar, mıştırıklı mevzularda fikirlerini alır, işlerini kovalar, enerjisiyle gözlerini boyar. Hasılı Kennedy senatörlük işini abartır, gece geç saatlere kadar çalışır, sabah herkesten önce masabaşı yapar. Bir ara Lydon Johnson onu Dışişleri Komisyonuna seçtirmek isterse de başaramaz. İyi ki de başaramaz Kennedy bu sayede halkın arasında dolanır ve "seçmenin sesi" olmaya başlar. Kennedy, enteresan bir siyasetçidir, yaşı genç olmasına rağmen savaştan hoşlanmaz. Evet Kübalılara "Havana purosunu terk edecek kadar" kızar ama çözümü kanda barutta aramaz. O devrin siyasetçileri resim işini çok ciddiye alırlar. Kennedy de İrlandalılara has sıcak tebessümü ile (zaten fevkalade fotojeniktir) hayranlarını artırmaya bakar. Ama bu karede eksik olan bir şey vardır: Boyu boyuna huyu huyuna uygun bir bayan. John Kennedy Senatör seçildiği yıl Jacqueline ile tanışır. Nişan düğün derken o eksiği de tamamlar. Deklanşörlere silbaştan basılır, ikisinin resmini yan yana çıkarırlar. Jacqueline okumuş, yazmış, hırslı, disiplinli bir kadındır, ona çok şey katar. Bazı ileriyi gören gazeteciler Kennedylerin Beyaz Saraya doğru yürüdüklerini hissetmeye başlar. Kennedy, siyasetin bir ekip çalışması olduğuna inanır ve kanun teklifi vermeden evvel anketler yaptırır, akademisyenlere danışır. Oy oydur Ona göre bir partizanla vakit kaybetmektense kararsız insanlarla irtibat kurmak daha mantıklıdır, zira militanların da bir oy hakkı vardır, sıradan vatandaşların da. Oy oydur, iyisi, kötüsü olmaz. Bu sistemde ameleyle, fabrikatörü, talebeyle profesörü aynı kefeye koyarlar. Kadınlar genellikle ciddiye alınmazlar ama onları kazanan hasımlarına fark atar. Siyasetçiye kafelerden, benzin istasyonlarından, marketlerden, hatta bilardo salonlarından bile ekmek çıkar ama otel lobilerinde kaybolan zamanına yanar. Eğer çağrıldığı yere gidemeyecekse mutlaka aileden birini (mesela kardeşi Robert'i) yollar. Uzatmayalım bu çalışmalar semeresini verir 1958 yılında Massachusetts'i tulum çıkaracak güce erişirler, rakipleri aday bulmakta zorlanırlar. Nitekim yasak savma kabilinden V. Celest adlı bir avukatı karşısına çıkarırlar. Kennedy onu havada karada katlar ama küçük görmez, aksine çalışmalarına hız katar. Alır Jacqueline'yi yanına gün doğmadan mesaiye başlar. İşçilerin yağlı ellerini sıkar, toprak kokan ırgatları kucaklar. Kadınları hiç atlamaz, çocukların başlarını okşar. Nitekim beklenen olur, rakibine açık ara fark atarlar. Bu arada parti kurmaylarıyla iyi geçinir, delegeleri arar sorar ve "Başkanlığa hazırlandığını" ima etmekten kaçmaz.