Yalancı peygamber Müseylemet-ül kezzâb

A -
A +

Arabların akın akın Efendimizin (Sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna gelip Kelime-i şehadet getirdikleri günlerde Yemâmeli Müseyleme de Medine'ye koşar. Ensar onu da ağırlar, önüne sofralar açarlar. Müminlerin Server-i Kâinat'a olan bağlılığına şaşmamak kabil midir? O da şaşar. Gördüğü sahneleri unutamaz. Aradan yıllar geçer, şeytan ufak ufak yanaşmaya başlar. İblis ona değişik numaralar öğretir, mesela yumurtanın kabuğunu sirke ve nişadırla yumuşatır, ip gibi uzatıp şişenin içine tıkar. Şişe içinde yumurta! Görenler parmak ısırırlar. Kefiyesinden kuş, tavşan da çıkarır mı bilmiyoruz ama onları her hokkabaz yapar. Hayranlar ve alkışlar arttıkça kibirlenir, cahil cühelayı peşine takar. Ve henüz Efendimizin sağlığında "peygamberliğe kalkar", Şu cürete bakın, Habibullah'a yolladığı mektupla "Sen, benim peygamberliğimi tanı, ben de senin peygamberliğini tasdik edeyim. Mekke, Medine, Şam sana kalsın, Yemen, Çin taraflarını bana bırak" teklifini yapar. Resul-i Ekrem "Bu dünyada kulların hiçbir hakkı yoktur. Dünya Allah'a aittir" ayet-i kerimesini hatırlatırlar. Öyle ya, kim, kimin malını bölüşmeye kalkar. Terör ve baskıyla "Ben Benî Hanif'in peygamberiyim, Muhammed Kureyş'in peygamberi" diyen ve sözümona İncil'de kendinden bahsedildiğini iddia eden Müseyleme arzuladığı gibi taraftar toplayamayınca şakiliğe başlar. Fedaileri vurur, kırar, yıkar, peşlerine takılmayan kabilelerin hurmalıklarını dağıtırlar. Ahali şikayete gelir. Müseyleme role başlar, güya vahiy alıyormuşcasına "karanlık geceler hürmetine, karanlık gecede gezen kurt hürmetine, çatal tırnaklı hayvanlar hürmetine yemin ederim ki Benî Temimliler hurma ağaçlarını yakmadılar" diye fısıldar. Bunları ayaküstü uydurduğunu herkes bilir ama haydutla uğraşılmaz. Duymuşsunuzdur, Fahr-i âlem (Sallallahü aleyhi ve sellem) susuzluk çeken bir kabilenin kuyusuna varır, duaları bereketiyle şeker gibi tatlı bir su çıkar. Yükselir yükselir, dışarı taşar. Müseyleme'den de benzer taleplerde bulunurlar. Uyanık zaten suyu olan bir kuyuyu seçer, sabaha kadar adamlarına boşalttırır. Ertesi gün şaşaa ile gelip içine tükürür, "tamam" der "görün bak, yarına kadar nasıl dolacak!" Lâkin ertesi gün tandır çukuru gibi kapkara, kupkuru bir delik bulurlar. Sadık adamları bile bocalar. Müseyleme "bana inanmadığınız için Allahü teâlâ gadaba geldi" der, bağırır çağırır, yağ gibi üste çıkar. Mucize peşinde Okumuşsunuzdur, Efendimizin duası vesilesiyle bahçelere bereket gelir, hurma tutmayan ağaçlar meyveye dururlar. Ancak Müseyleme'nin yolladığı su yüzünden ağaçlar kemik gibi kurur, bağlar telef olurlar. Şarlatan "sizin kalbiniz bozuk" der, mağdurları azarlar. Yemameliler konuşamayan çocukların ağzına Müseyleme'nin yüzüğünü kor, şifa umarlar. Gelgelelim sular seller gibi şakırdaması beklenen bebeler dut yemiş bülbüle döner, dillerini yutarlar. Yine Müseyleme'nin sıvazladığı başlar kel olur, göz ağrısına derman arıyanlar, iğne ucu kadar ışığa hasret kalırlar. Bazıları alaya alır, "Muhammed hangi ağacı çağırsa , toprağı yara yara yanına geliyor ve O'nun Allah'ın Resûlü olduğuna şehadet ediyor. Haydi sen de yap" der, damarına basarlar. Müseyleme, ister istemez: "Ey ağaç, yanıma gel" diye seslenir, gelmeyince "peygamberlikte gurur olmaz... O gelmezse biz yanına gideriz" der, aklı sıra puan toplar. Sahte ayetler Derken Kur'an-ı kerime nazire olsun diye Karia sûre-i celilesini taklide kalkar. "El fîlu me'l fîlu vema edrâke me'l fîl, lehu zenbun kasîrun ve hurtumun tavîl" (Fil. O fil nedir? Sana onun ne olduğunu kim bildirdi? Kısa bir kuyruğu vardır, lakin hortumu uzuncadır) Bu beyitlerden sevenleri bile hoşlanmaz kaldı ki mânâdan yana fukaradırlar. Halbuki Esved-ül ansi ve Tüleyha şair olmalarına rağmen Kur'an-ı kerimle boy ölçüşmez, hadlerini bilir, kenarda dururlar. Müseyleme, cahilin cesurudur, ediplerin düğme ilikledikleri bir mevzuda bile ortaya çıkar. Uydurduğu âyetlerden birinde de "Ey kurbağa kızı kurbağa! Cak cak ciyaklama. Yukarın suda, aşağın balçıkta. Ne suyu bulandırabilirsin ne de içeni men edebilirsin" diye saçmalar. Kendi çocukları bile kıkırdayınca çok bozulur. Bir daha "vahiy indi, âyet geldi" yalanına sığınmaz. Müseyleme insanların akıllarına ve ruhlarına hitap edemeyeceğini anlayınca, nefslerinden yakalamaya bakar. Sanki öyle bir yetkisi varmış gibi namaz vakitlerini indirir, alkole, zinaya ses çıkarmaz. Yemâme cengiyle Bu arada adamlarını silahlandırır, terör örgütü gibi organize olurlar. Her geçen gün daha gaddarlaşır, elçilere zevali dokunur, esirlere acımaz. Cellatları kanlı kanlı bakar, işkence direğine bağladıkları zavallıları yavaş yavaş doğrarlar. Önce parmaklarından başlar, eller, ayaklar derken organlarını koparırlar. Ona destek veren Necdliler talana, isyana olan meyilleri ile tanınırlar. Nitekim Vehhabilik fitnesi de bu yöreden çıkar. Hazret-i Ebû Bekr halîfe olunca, Hâlid bin Velîd komutasında bir orduyu Yemâme'ye yollar. Sahabe-i kiramdan 700 kadarı şehid olur ki aralarında alemdâr Zeyd bin Hattâb (Hazreti Ömer'in ağabeyi), Sâbit bin Kays, Ebû Dücâne, Ebû Huzeyfe gibi isimler vardır. Tâbiînin şehitleri ise bini aşar. Belki bu savaş uzayıp gidecek, çok can yakacaktır ama Hazret-i Vahşî harbesini konuşturur, bir an duvar dibinde gördüğü Müseyleme'nin göğsüne çakar. Fitneci sahtekâr develer gibi böğürüp kapaklanır, adamları dağılırlar. Yemâme cenginde; o kadar hâfız şehid düşer ki, müminler mahzun olurlar. Hazret-i Ömer, Kur'ân-ı azîmüşşanın bir araya toplanıp, mushaf haline getirilmesini teklif eder, Hazret-i Ebû Bekr ve Osman-ı Zinnureyn de münasip bulurlar.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.