Yeşilay denince S. Kaptanağası

A -
A +

Doksanlı yılların başıydı... Cağaloğlu'nda çalışıyorduk, muhteşem bir Boğaz manzarasına sahipti burası. Mekânımız çatı katıydı ama oldukça bakımlıydı. Öğlen araları Sultanahmet'i turlar genç arkadaşlarla memleket kurtarırdık! Ah, bu memleket kurtarma işi yok mu, ne kadar tatlıydı. Aşka geldik mi proje üstüne proje yapar, mangalda kül bırakmazdık. Meğer memleketten önce kendimizi kurtarmalıymışız, mesela iyi bir tahsil yapmalı, mesleğinde zirve olmalı, para değilse bile dost ve çevre kazanmalıymışız. Kendi çap ve kıratımızdaki adamlarla sivrisinek öldürme taktikleri geliştirip boşuna vakit kaybetmişiz. Değerli insanların bataklık kurutmakla meşgul olduklarını neden sonra anladık. İşte Selahaddin Bey onlardan biriydi, farklıydı. İlk tanışma Bir öğleden sonra, elimdeki kırık dökük birkaç şiirle Yeşilay binasına girdim. "Aylık eğitim ve kültür dergisi" yazıyordu duvarda. Üçüncü kata çıktım, ürkek adımlarla kapıyı araladım. Tam karşımda pehlivan yapılı, kalın gözlüklü, bir adam oturuyordu. Gazete kupürleri, dergiler, yazılar, fakslar masasını kaplamıştı, büyük bir dikkatle çalışmaktaydı. Sanırım, kısık bir sesle verdiğim selâmı duyamadı. Hafifçe öksürdüm, yüzüme baktı. "Selahaddin Bey?" -Benim. Buyrun evlâdım. -Ben Ahmed Sırrı Efendim, telefonla görüşmüştük... Subay emeklilerinden çekinirdim ama sohbet sıcak başladı. Evet gülümsüyordu, çay ısmarlıyordu ama ihtiyatlıydı. Hakkımda malumat toplamış, bir bir künyemi saymaya başlamıştı. Doğrusu bu kadar ayrıntıyı nasıl yakalayabildiğine çok şaştım. Neyse elimdeki kâğıtları masaya bıraktım. Bir iki adım geri çekildim beklemeye başladım. İlk defa şiirlerimi sunduğum bir usta, "Eee bence"li cümleler kurup nasihate kalkışmadı. İnanın bu beni çok rahatlattı. Hoş, kendisi de az şair değildi hani, hem nesri akıcıydı. Divan edebiyatı ile yakından ilgilenir "Sabrî" mahlası ile sanatlı beyitler yazardı. Bilirsiniz Dîvan edebiyatı derinlik ister, zarafet ister, ilim ister. Gerçekten derindi, zarifti, hayli mürekkep yalamıştı. Şiirlerimi yayınladı Doğrusunu isterseniz, muhatap alınacağımı ummuyordum ama şiirlerimi birer ikişer yayınlanmaya başladı. Bunlar elbette çok güçlü şeyler değildi, "elden geçmeye" muhtaçlardı. Ama Selahaddin Bey heyecanımı sevmiş olmalıydı, belki de tasvire çalıştığım mevzuların hatırı vardı. Öyle ya da böyle bizim gibilerin elinden tuttu, teşvik etti, hevesimizi kırmadı. Bazı sohbetlerde minik bir soru deryayı dalgalandırır altını çize çize, üstüne basa basa izahlar yapardı. Hoş evindeki muhteşem kütüphanesini gören, onun entelektüel seviyesini anlardı. Her kitabı defalarca okumuş, çizmiş, karalamış, notlar almıştı. "İlmin zekatı öğretmektir" der, bildiklerini çocuksu bir coşkuyla paylaşırdı. Heyhat ki, ilmin ne doğru düzgün talibi vardı, ne de soranı merak edeni kalmıştı. Her ne kadar tekaüd bir zabit ise de kıtaya yeni çıkmış teğmen heyecanıyla çalışırdı. Disiplinliydi, her sabah erkenden kalkar, mutlaka tıraş olur, özenle giyinir ve dakikası dakikasına ana kapıdan girer, merdivenleri soluklana soluklana tırmanırdı. Yok efendim trafik sıkıştı, vapur kaçtı... O asla bahaneye sığınmaz ve katiyen bahane tanımazdı. Harabe Mahallesi Selahaddin Bey işini kendi görür, angarya buyurmazdı.. Evdeki döşeğini bile kendi serer, yorganlarını kendi katlardı. İnsanlara yük olmaktan çok korkardı. Aslen Vanlı olduğunu söylerdi bize, zaman zaman hatıralara dalar âdeta Harabe Mahallesinde dolanırdı. Babası devrin büyük âlimi Seyyid Fehim hazretlerinin elini öpmüş, duasını almıştı ama o Konya'da büyümüş gözünü Konya'da açmıştı... Beni görünce mutlaka bir Van muhabeti tutturur, ilk günkü tazeliğiyle baştan alırdı. Tekrar tekrar Harabe Mahallesini, o büyük veliyi ve Konya yıllarını anlatırdı. Ezberlemiştim ama sıkılmazdım, zira üslubu çok tatlıydı. Ve bir gün işi sözden icraata geçirmeye karar verdi. "Ahmet Bey al beni de götür, dünya gözüyle ata-baba diyarını göreyim" dedi. Lakin nasip olmadı... Vefatından bir gün önce, Enver Baytan Bey ile birlikte GATA'ya gitmiş, ziyaret etmiştik. Enver Bey, nur yüzlü, bembeyaz sakallı bir zât. Ahmet Mekki Efendi'nin sohbetlerinde yetişmiş bir derya... Oldukça mütevazı ve sevimli. Selahattin Bey'in GATA'da yattığı odaya doğru yürürken diğer hasta yakınları aralarında "nefesi kuvvetli bir hoca herhal..." diye fısıldaşıyorlardı. Biz uzun süre odada kaldık, kırk yıllık dostunun elini tuttu, dua etti, telkinler yaptı... Sonra, birlikte çıktık, diğer hasta yakınları "bize de okur musunuz" dediler. Hiçbirini kırmadı... Çınarlar ayakta ölür Arabaya bindiğimizde kafasını iki yana sallayarak "sekeratül mevt" diye fısıldadı. Sordum: "Nedir sekeratül mevt?" - Allahü teala bilir ama, son anlarını yaşıyor olmalı.. Öyleymiş. Sabaha çıkamadı.. Cenazesine seçkin bir cemaat katıldı. Bütün dostları, ahbapları oradaydı. Onunla daha evvel defalarca Karacaahmet Mezarlığına gitmiştik, kendinden önce vefat eden evladını ziyaret etmiş içli içli ağlamıştı. Şu işe bakın ki şimdi dostları onun için ağlıyorlardı... Çınarlar ayakta ölür derler. 85 yıl gibi uzun bir ömür sürdü ve tamamını hizmete adadı. Derecesi âlâ olsun! Güzel insandı...

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.