Zeynüddin "dinin ziyneti" demek. Anlaşılan o ki muhacir İsmail, oğlu Yezid'in iyi bir Müslüman olmasını istiyor. Aile Castallene adlı bir varoşta oturuyor, Marsilyalılar bu semte zenci mahallesi gözüyle bakıyorlar. O yıllarda itilmiş göçmenler gece yarıları araba filan yakmıyor sabırla devletin kendilerine sahip çıkmasını bekliyorlar. Nedendir bilinmez Yezid'in okulla yıldızı barışmıyor, abileri Ferid ve Nureddin ile ablası Leyla'nın aksine sokaklara vuruyor. Tıkıldıkları apartman bozuntusunda daraldıkça dışarı çıkıyor, top koşturup stres atıyor. Üç korner bir penaltı, altıda devre on ikide biter derken mahalli bir takımda forma giyiyor. O günlerde Uruguaylı yıldız Enzo Francescoli'yi örnek alıyor ve eline geçirdiği alüminyum maşrapaları kupa gibi öpüp havaya kaldırıyor. Efendim bir gün ünlü olur mu? Doğrusunu isterseniz yevmlik (günlük) yaşıyor, hayal bile kuramıyor. Kabiliyet avcısı Olacak bu ya Jean Varraud adlı bir usta, amatör kümelerde parlamaya müsait yıldız ararken gözü bizimkine takılıyor. Hemen adaşı Jean Fernandez'i arayıp "elimde bir Cezayirli var ki sorma" diye ballandırıyor. Yezid 14 yaşında olduğu için ailesinden izin alıyorlar, gidiş o gidiş, garibim kampa kazık çakıyor. Hocaları onu maça çıkaramıyor ama grafiğindeki hızlı yükselişe bakıp el ovuşturuyorlar. Uzatmayalım Yezid 17 yaşında iken 1. ligde (Cannes'te) milyon dolarlık isimlerin arasında forma giyiyor ama ayda sadece 700 frank alıyor. Babasının "göçmensen iki misli çalışacaksın" nasihatini unutmuyor, topuğundan ter damlıyor. Nantes maçında gol atınca Kulüp Başkanı Alain Pedretti bu zeki çevik ve ahlaklı sporcunun eline bir anahtar sıkıştırıyor, al al yanan bir Renault Clio'nun kapısını aralıyor. O sene iki ciddi takım Marsilya ve Bordeaux, Yezid'e talip oluyor. Bizimkinin gönlünde doğduğu kent (Marsilya) yatıyor ama ona fikri sorulmuyor, bir anda sırtında Bordeaux formasını görüveriyor. Artık ayda 35 bin Frank maaş alıyor, standardı yükseliyor. Çok geçmiyor UEFA Kupası'nda Real Betis'e 40 metreden bir bazuka çakıyor ve taraftarın gönlünde taht kuruyor. Bir anda şöhrete ulaşan genç futbolcu "n'oldum ben, burası neresi" derken girdaba kapılıyor ve İspanyol dansöz Veronique ile dünya evine giriyor. Karısı yine sahne alıyor mu bilmiyoruz ama o sahada raksediyor, sambadan giriyor rumbadan çıkıyor. Zidane'lı Bordo başarıdan başarıya koşuyor ve 1996 yılında UEFA finali oynuyor. Evet, Bayern karşısında yeniliyorlar ama genç yıldız takımı ezdirmiyor. Her Cezayirli gibi onun gönlünde de ayyıldızlı forma yatıyor ancak milli takım sorumlusu Abdülhamid Kermali, beğenmeyince hayalleri suya düşüyor. Gelgelelim Fransız milli takımının başında daha iş bilen adamlar bulunuyor, özellikle genç bir ekip kurmaya niyetlenen Mösyö Aime elinden tutuyor. Çekoslovakya maçında 2-0 mağlupken onu oyuna sürüyor. Zeynüddin iki şık gol atıp gemiyi kurtarıyor. Futbol yazarları artık onu "geleceğin Platinisi" diye övüyorlar, yerli yabancı birçok kulüp peşinde koşuyor. Bunlardan Juventus elini çabuk tutuyor ve 3.5 milyon sterlini gözden çıkarıyor. Lâkin misli misli kazanıyor hem üst üste iki kez İtalya Şampiyonu oluyor, 2 Şampiyonlar Ligi finali, 1 kıtalar arası şampiyonluğu, 1 Süper Kupa'ya ulaşıyor, hem de elinde babasının oğluna 35 milyon sterline satacağı bir adam oluyor. Yezid, Juventus'un orta sahasını derleyip toparlıyor, iki ayağını da ustalıkla kullanıyor ve rakip müdafaayı rahatlıkla aşıyor. Bir gün döktürüp bir gün dökülmüyor, istikrarlı oynuyor, atıyor da attırıyor da. Hasılı İtalya gibi bir arenada kahraman oluyor. Zeynüddin'in yer aldığı Fransa, 1998 Dünya Kupası Finalinde Brezilya'yı 3-0 yeniyor. Her ne kadar ırkçı Le Pen, 'Bunlar Fransız değil' dese de takımı soluk benizliler değil "zenciler" kurtarıyor. Şampiyonluk gecesi millet sarışın Le Pen'i değil Cezayirli Yezid'i alkışlıyor. Eyfel kulesine "Merci Zizou" yazılıyor. Başkan Jacques Chirac onu "Chevalier" (Şövalye) Legion d'honneur nişanıyla ödüllendiriliyor. Hasılı bu maçta iki gol atan Yezid'in fiyatı katlanıyor. Yaptığı pahalı transferlerle tanınan Real Madrid peşine düşüyor ve sadece bonservis ücreti için 47 milyon pound (68.6 milyon dolar) sayıyor. Zidane futbol tarihinin en pahalı futbolcusu olarak manşetleri süslüyor. Zeynüddinli Real o yıl Şampiyonlar Ligi kupasını kazanıyor, attığı kıvrak çalımlar bir yana Hırvatistan maçında topuğu ile orta yapıp parmak ısırtıyor. Bayer Leverkusen'e attığı gol UEFA sitesine jenerik oluyor. Yetmiyor Christian Dior için modellik yapıyor, televizyon programlarında çene çalıyor. Zeynüddin ailesine sadakatıyla tanınıyor, antrenmanlarını aksatmıyor gece hayatı yaşamıyor. Nitekim yapılan anketlerde üç kez "Dünyanın En İyi Futbolcusu" ve Avrupa'da Yılın Futbolcusu (Ballon d'Or 98) unvanını kazanıyor, ardından "En Popüler Erkek" seçiliyor. Yakıştı mı yani? Fransa Milli Takımı'nın 2004 Avrupa Şampiyonası'ndaki istediği neticeleri alamıyor. Zidane da takıma veda ediyor. Ama 2006 için kendisine ihtiyaç duyulduğunu hissediyor ve geri dönüyor. Sil baştan başlıyor, ünlüleri maymuna, statları sirke çeviriyor. Gider ayak Ronaldinho, Kaka, Adriano ve Robinho gibi şöhretlere futbol dersi veriyor. Hatta Portekiz galibiyetinden sonra Le Parisienne gazetesi "heykelinin dikilmesini" teklif ediyor. Birçok futbolsever onun Pele ve Maradona'dan bile usta olduğunu iddia edip tahta oturtmaya hazırlanırlarken... Materazzi'ye bir kafa... Golünü atmış vazifesini yapmış insanların rahatlığıyla omuzlara çıkmak varken kırmızı kartla deliğe iniyor. Zirve bu kadar yakınken elinin tersiyle itiyor. Kendini ziyan ediyor Zidane, Fransa'yı zindan...