Zindancı kaplan postuyla dolanan dazlak kafalı bir gladyatör eskisidir. Pazularındaki dövmeler, kulaklarındaki küpeler ve yüzündeki kesiklerle iç ürpertip korku salar. Ancak bu kaba vücud çiçek gibi zarif bir yürek taşır, mahkumları hoş tutmaya bakar. Hayatı hırsızlarla uğursuzlarla, katillerle korsanlarla geçen, bir manada insan sarrafı olan zindancı, Seyyid Cafer'in nurlu simasını görünce toparlanır, "bu bir aziz olmalı" der hürmetkâr davranmaya bakar. Onu yakından izledikçe yanılmadığını anlar. Seyyid Cafer o gür ve hüzünlü sesiyle Kur'an-ı kerim okumaya başlayınca koridorlar aydınlanır, içine ılık ılık bir şeyler akar. Zindancı Seyyid Cafer'e çaktırmadan yardım eder, onu kuru ve havadar bir hücreye alır, ne ekmeksiz bırakır, ne susuz koyar. Bir gece Seyyid hazretlerini namaz kılarken görür. Halbuki onu bileklerinden duvara kelepçelediğinden adı gibi emindir. Bir sonraki gün daha kalın zincirler bulur, daha güçlü perçinler çakar ama değişen bir şey olmaz. Görünen o ki Seyyid Cafer istemese bu zindanda durmaz. Artık, onun kapıları tek tek açıp, elini kolunu sallayarak çıkabileceğinden zerre kadar şüphesi kalmaz. Anlaşılan o ki Seyyid Cafer yerinden mustarib değildir. Çilesinden tad almasını bilir, bulunduğu anı değerlendirmeye bakar. Çok geçmez, zindancı, bu Allah dostunun cazibe alanında dönmeye başlar, vakti saatı gelince Kelime-i şehadet getirir, o güzel Resule ümmet olmaya bakar. Seyyid Cafer ona büyük dedesinin (Hazret-i Ali'nin) ismini verir, gardiyanını bağrına basar. Seyyid Cafer'in Rumcası berreklaştıkça halka genişlemeye başlar, Düşünün gündüz askerler mahkumlar birbirlerinin yüzüne bakmaz, gece birlikte oturup tadına doyulmaz sohbetler yaparlar. Küflü dehlizler "medreseyi Yusufiye"ye çevirir, soğuk taşları Muhammed'in (Sallallahü aleyhi ve sellem) muhabbeti ile ısıtırlar. İzbeler gülistan Bir gün celladlardan biri Seyyid Cafer'e işkencehaneyi gezdirir, kızgın demirleri, paslı kerpetenleri, gergi aletlerini, çelik tarakları gösterip "cehennem böyle bir yer mi" diye sorar. Seyyid Cafer "anne karnındaki çocuğa ayı, güneşi, yıldızları anlatamazsınız" der, "o her şeyi kendi dünyasıyla kıyaslar. Denizlerden bahsetseniz ne kadar kan, dağlardan söz açsanız nice et diye sorar. İşte Cenneti dünya nimetleriyle, Cehennemi dünya sıkıntılarıyla kıyaslayanlar da hata yaparlar. Büyüklerimiz bu dünya için "zılli zail" buyururlar. Zılli zail: Yalancı gölge... Nimetlerin aslı da öbür tarafta, azabların elimi de... Beklenen akıbet Düşünebiliyor musunuz, gün gelir ipten kazıktan dönme mahkûmlar, edepli dervişlere döner, artık sadece ahireti arzularlar. Yaşamak umurlarında bile değildir, hoş, bu da yaşamaktan sayılırsa... Zindana bir huzur gelir, idamlıklar cellatlarıyla saf tutarlar. Ancak sükunun bu kadarı da fazladır, bazı beyler sessizlikten rahatsız olurlar. Teftiş üstüne teftiş yapar ve olup bitenin farkına varırlar. Zindancı Ali, haninin kurdudur, imparatorun hapishaneyi basacağından adı gibi emindir ama kuru kuruya teslim olmaz. Mahkumları silahlandırır, saldırıya hazırlıklı olurlar. Netice mi? Bunu bilmeyecek ne var, koca Bizans ordusu üç beş mahkumu dağıtmakta zorlanacak değildir ya. Ama o bunlara tahminlerinden de pahalıya patlar ava gelenler avlanırlar. Seyyid Cafer ile Zindancı Ali omuz omuza vuruşur ve yan yana şehid olurlar. Dışarı çıkarma! Bizansın aklı evvel Nazırları İmparatora koşar, Seyyid Cafer'in naaşını zindandan çıkarmaması hususunda uyarırlar. Zira böylesi bir şehidin kabri ziyaretgâh olur. Müslümanlar katliamı sıcak tutar, günün birinde hesap sormaya kalkarlar. Başa iş almanın âlemi yoktur, Seyyid Cafer'in gömüleceği en emin yer zindanın zeminidir, hatta Gardiyan Ali'den bile çekinir, cesedini binadan çıkarmazlar. Âlimi âlim anlar derler ya Abdülkadir Geylani hazretlerinin torunlarından Abdurrauf Semedânî adlı bir gönül ehli Seyyid Cafer'in izini bulur ve ömrünü nurlu kabre vakfedip türbedarlığını yapar. Ehli beyt âşıkları zaman zaman Seyyid Cafer'i, bir başka Seyyid Cafer'le (Medine'de Cennet-ül Bakî'de yatan Cafer-i Sadık hazretleriyle) karıştırırlar, kimbilir belki de yüce imamı ziyaret edemeyenler burada teselli bulurlar. Sanırım Seyyid Cafer'in fevkalade güzel Kur'an-ı kerim okuduğunu söylemiştik. İşte bu yüzden İstanbullular çocuklarını Eminönü Zindan Han'daki türbeye götürür "Ya Rabbi onun gibi hafız olsun" diye niyazda bulunurlar.