İnsanlar, Yaratan tarafından toplu yaşayacak yetenekte yaratılmıştır. Diğer canlılar için bu, söz konusu değildir. Yani İnsan, Eşref-i mahlukat olarak dünyaya gelmiştir. En şerefli olmak, birçok mecburiyeti de beraberinde getirir. Devlet hukukta, insanların bir araya gelerek kendilerini idare edecek bir teşkilatı kabul etmeleriyle meydana gelir şeklinde yazılır. Hem idare için vekalet verelim, hem de devletin her işine karışalım, yani müdahale edelim dersek, Devlet bundan yara alır. Eşref-i mahlukata Devletini zedelemek yakışmaz. Devletin itibarı bir baş tacıdır. Devletin malı dokunulmazdır. Devlet ortaklık kabul etmez. Son günlerde yaşanan olaylar, devlet itibarını zedeleyecek niteliktedir. Dünya televizyonlarında yayınlanan görüntüler, Türk'ün itibarını yaralamıştır. Ancak bu hale gelinceye kadar, insanlarımızı sokağa itenlerin de şapkalarını önlerine koyarak nerede hata yaptık diye ciddi bir değerlendirme yapmaları boyunlarına borçtur. Osmanlı devletinin uzun ömürlü olmasını, tarihçiler, Devletin itibarının her şeyin üstünde tutulmasına bağlamaktadırlar. Sırası gelmişken, belki de bir Nostalji gözü ile bakarsınız ama, yine de Tiryaki Hasan Paşa'yı birazcık anlatmadan geçemeyeceğim. Hasan Paşa, 1530'da doğdu. 41 yaşında Budin Beylerbeyi oldu. 43 yaşında lll. Murat Han'ın rikapdarı yani en yakınındaki üç beş kişiden biri oldu. 1594'te Bosna Beylerbeyi iken, Avusturya Arşidükü'ne karşı tek başına, Türk serhaddini korudu. Hatta en sıkışık durumda, tek başına atını düşman üstüne sürdüğünde, Kethüdası dizginlerini tutarak, "Efendim, siz tedbirli bir vezirsiniz. Vücudunuz bu devlete lazımdır" diyerek bu tehlikeli durumu önlemiştir. Sene 1601. Avusturya orduları, Papa'nın askerî desteği, İtalya, İspanya ve Fransız askerlerinden kurulu Haçlı ordusu, Türk'ün Şanlı kalesi Kanije'yi, 50 bin kişi ile kuşattı. Kale komutanı 71 yaşındaki Tiryaki Hasan Paşa, durumun ciddiyetini görerek, İstanbul'dan acil yardım ister. O günün şartlarında hemen yardım gönderilmesinin mümkün olmadığı gizli bir emirle bildirilir. Hasan Paşa, bu haberi en yakınlarından da gizler. Zira Devletin itibarı söz konusudur. Üstelik büyük bir yardım kuvvetinin yakında Kalede olacağını, etrafına müjdeler. Kalede yiyecek ve barut yok denecek kadar azalmıştır. Yakalanan düşman esirlerine, toprak ve kum doldurulmuş çuvalların üst kısımlarına az un veya barut konarak gösterilip, bizim un ve barutumuz çoktur diyerek; onları tekrar kendi birliklerine gönderir. 50 bin kişilik düşmana karşı 5 bin kişi ile, yani ona karşı bir ile karşı koyar. Ve yaptığı ustaca huruç harekatı ile bu Haçlı ordusunu darmadağın eder. Düşmanın kaçarken terk ettiği 45 top, 14 bin tüfek, 50 otağ ve 10 bin çadır ganimet olarak zapt edilir. Bu başarısı üzerine Padişah lll. Mehmet, bir Hattı Hümayun göndererek, kendisine Vezaret verildiğini Ferman eder. Hattı Hümayun törenle okunduğunda Hasan Paşa hüngür hüngür ağlar. Sebebi sorulduğunda: "Benim gibi aciz birisi için Devletin Hattı Hümayun göndermesine yanarım. Devletim böyle basit bir işe de Hattı Hümayun mu çıkaracaktı" der. Bilahare Hasan Paşa İstanbul'da devletin bakanlar kurulu demek olan Divan Veziri olarak görevlendirilir. Babüsselamdan içeri giren herkes, Divana giden yoldaki üç selam taşından rütbesine uygun olanda durarak devleti selamlardı. Hasan Paşa ihtiyar ve yürümekte güçlük çekmektedir. Koluna girmiş iki kişinin yardımı ile adeta sürüklenmektedir. Rütbesine uygun ikinci (Vezir) selam taşına gelince, bu haline rağmen, selamlamaya davranır. Kolundaki görevliler, "efendim padişahımız sizi selamlamadan affetti" deyince, kollarından silkinip haykırır "bre beni Devletimi selamlamadan kimse muaf tutamaz." İşte devletin uzun ömürlü olmasının güzel örneklerinden birisi. Bugün devleti "şamar oğlanı" gibi görenleri, kınamamak mümkün mü?