Devlet görevim esnasında Bulgar ve Yunan hudutlarına yakın birçok yerde bulundum. Bölge insanı ile oturur konuşurdum. Edirne'de bazı yaşlılardan dinledim: E5 yolu öncesi, İstanbul Edirne yolu Lüleburgaz, Babaeski ve Havsa'dan geçerdi. Havsa'dan Edirne'ye çıkışta yol uzunca bir rampadır. Halen de öyle. 1942'lerde insanlar ekmek için buğday bulamıyor. Ekmek karnede. Sulu bulgur çorbası, askerin tek karavanası. Yatılı okullarda öğrenci yemekleri sabah bir patates, öğlen iki, akşam iki patates. Bu hem ekmek, hem yemek. Az sayıdaki kamyonlarla Almanya'ya iç fındık ihraç ediliyor. Yerine de tonlarca çimento ithali. Ayrıca demir ve çimentoya, yıllık devlet bütçesinin üçte ikisi gidiyor. Hiç kullanılmayan Çakmak Mania hattına bütçe gömülüyor. Şimdi bonetlerin çoğu samanlık. O dönemdeki bazı ortaokul öğrencileri ceplerinde birer kör çakı, fındık taşıyan kamyon yolu gözlüyor. Kamyon rampaya sarınca, üstüne atlıyor ve bıçakla fındık çuvallarını delip, başlarındaki okul şapkalarına, ceplerine doldurup, rampa bitmeden atlayıp kaçıyorlar. Ben de ortaokulda şapka giydim. Neden giydiğimi, bunun neye yarayacağını hiç anlayamamıştım. Meğer ki memlekette kıtlık olursa, fındık çalmada kullanılırmış!.. Edirne vilayeti binası merdivenlerinde, buğday bulamayıp, süpürgelik tohumu yiyenlerin, bağırsak düğümlenmesinden nasıl kıvranarak öldüklerini dinledim. Kırklareli'nin Demirköy ilçesinde bir baba, iki gün atıyla ova köylerini dolaşır ki; evine bir ölçek un veya buğday götürsün. Bulamaz. 16 yaşındaki oğluna "oğlum bir de sen ovayı dolan der. Çocuğun gençliğine acıyan bir değirmenci, içi yabani ot tohumu ve topraklı elenti buğdayını öğütüp çocuğa verir. Çocuk atın üstünde ve ay ışığında Demirköy'e doğru Karaman Bayırına tırmanmaya başlar. Babası da evdeki aç çocukların feryadına dayanamaz, tüfeğini alıp Karaman Bayırında pusuya yatar. Kim gelirse vurup, çocuklara yiyecek götürecek. Baba karaltıyı uzaktan fark eder ve tetiğe basar. Düşene bakmadan attaki yüklü yarım torbayı sıtlanır, hızla eve döner. Torbayı hanıma bırakıp, sabah namazı için camiye koşar. Namaz dönüşü, kendi atını başı öne eğik olarak kapıda görür. O zaman anlar ki vurduğu öz oğludur. O an çıldırır. Uzun süre yaşar ama artık etrafını bilmez. 1963'lerde deli olarak vefat eder... Bu insanları açlığa mahkum edenler, hırsız ve evlat katili yapanlar, bugün gittikleri yerde hesabını veriyorlardır. Şimdi gidip bir fırından bir kamyon ekmek doldursak, kimse dönüp de "alamazsın kardeşim" demiyor. Nereden nereye... Aynı vatan aynı insan. Şoför farklı...