Geçenlerde emekli denizci olan bir arkadaşım ve dostumla askerlik üzerine sohbet ederken söz sözü açtı ve dönüp dolaşıp "Refah Faciası" bahsinde karaya oturdu... Ben de bu millî yarayı yazmayı görev bildim. Yakın tarihimizde Türk bahriyesinde; 1974 Kıbrıs Barış Harekâtındaki acı kaybımız Kocatepe muhribimiz hariç tutulursa, dört defa büyük deniz kazası yaşandı. Bunlar kısaca; 1-16 Eylül 1889'daki Japonya ziyaretinden dönerken Japon O'Shima adası yakınlarında yakalandığı fırtınada parçalanarak batan Ertuğrul Fırkateyni'ni ve 540 denizcimizi kaybettik. 2- 23 Haziran 1941'de Mersin limanı açıklarında seyir halinde Torpillenen Refah şilebinin batması. Büyük bir kısmı asker olan 167 vatandaşımızı kaybettik. 3-15 Temmuz 1942'de yeni havuz bakımından çıkmış Atılay denizaltısı Çanakkale Boğazı'nda battı. 39 askerimiz şehit oldu. Olay halen sırrını korur. 4- 4 Nisan 1953'te normal seyir rotasında iken, İsveç bandıralı Nabolland şilebinin çarpması neticesinde batan Dumlupınar denizaltısı. 81 kahramanımız şehit... Bu son kaza, ben ortaokulda iken olmuştu. Su üstü telefonu ile gemiden konuşan teğmenin son nefes hikayeleri beni çok üzmüştü. Hatta dilimizde pelesenk olan bir şiirin ilk mısraını hep mırıldanırdık: "Senin de gözlerin yeşildi teğmenim"i söylerken göz pınarlarım ıslanırdı. 23 Haziran 1941'deki "Refah Faciası" da sırlarla doludur. Neden facia da kaza değil? 1941 Haziran başında, İngiltere'nin Ankara Büyükelçisi Sir Huggesson, İngiliz hükümetinden yazılı bir mesajı, Türk hükumetine iletti. Mesajda; "Türkiye'nin İngiltere'ye sipariş ettiği 'Reis' sınıfı gemilerden Burak Reis, Murat Reis, Oruç Reis ve Uluç Ali Reis denizaltılarının teslime hazır olduğu, teslim alacak ekiplerin gönderilmesi" isteniyordu. İkinci Dünya Harbinin sıkışık bir döneminde, İngiltere 4 denizaltıyı bize teslim için acele ediyordu. Hayret ki hayret! Sanki İkinci Abdülhamid zamanında 4 denizaltımızın üstüne yatan onlar değildi. Sultan Osman ve Reşadiye Dretnotlarının Birinci Dünya Harbi öncesinde parasını alıp gemileri inkâr eden onlar değildi. Refah, bir sivil şilep. Berzilay Benjamin firmasının. Ancak ve ancak yük taşır. İnsan taşımaya uygun değil. Alelacele uyduruk kamaralar, portatif helalar ve aynı şekilde banyolar, Mersin marangozlarınca çakıp çakıştırılır. Geminin telsizi yoktur. Can kurtarma filikaları dökülüyor, can yelekleri sayısı yük gemisi personeli kadar bile yok. 200 kişi gidecektir. 58 er, geminin ambarına doldurulur... Yola çıkılmadan birkaç saat önce gemiye İngiltere'nin Mersin Konsolosu gelir ve Mısır'ın Port Said limanına kadar takip edeceği rotayı da bildirir. Bu alışılmış bir şey değildir. 25 Haziran 1941'de gemi Port Said'e ulaşmalı. Oradan bir İngiliz gemisi, Türk personeli de alıp Gine Körfezine gidecek, oradan da İngiltere'ye taşınacaklar. Gemi Mersin'den hareket eder, 50 mil kadar açıldıktan sonra dipten gelen bir torpille patlatılır. Parçalanır. Gemide 19 deniz subayı, 72 deniz astsubayı, 58 er ve pilotaj eğitimine giden 20 Hava Harp Okulu öğrencisi ve bir kısım sivil personel; yekûn 200 kişi denize dökülür... 32 kişi kendi imkânları ve binbir güçlükle kurtulur. Gemiyi kim vurdu. O günün hükumeti ve devletin başındaki yetkililerden kimse bu şehitlerin hakkını, olayın suçlusunu aramaz. 167 denizcimiz kimvurduya gitmiştir. "Reis" sınıfı 4 denizaltı ne oldu dersiniz? İngiltere harp müddetince, Burak ve Uluç Ali Reise el koydu. Parası ödenen denizaltılarımızı kendi savunmalarında kullandı. Öyleyse bu denizaltıları vermek istemeyen İngiltere mi Refah şilebini torpilletti? Konsolos da zaten rotayı verdi ki vurulması kolay olsun. Şu "Yeni Dünya" düzenine girerken; bu şehitlerin hakkını arayacak kahramanlara çok ihtiyacımız var...