Yunan'ın denize dökülüş günü

A -
A +

Mondros mütarekesinin ardından, mütareke şartlarına aykırı olarak; batılıların kuvvetleri, ülkenin birçok hassas noktalarını işgal ettiler. Limanlara ve tren istasyonlarına el koydular. Tüccar İstanbul'dan Anadolu'ya mal gönderemez olmuştu. İngiliz hükumeti, Yunanistan'ı İzmir'e asker çıkartmak hususunda, tehditli bir yola girdi. Yunanlıların öteden beri Anadolu'da zaten gözü vardı. 15 mayıs 1919'da İzmir'e gelen Yunan kuvvetleri, güya oradaki Rum halkının emniyetini sağlamaya geldiklerini söylüyorlardı. Bu yalanı İngilizler de yazılı desteklediler. Ancak palikaryalar, karaya çıkar çıkmaz, Türk subaylarına ve askerlerine saldırdılar. Yaşlı dedeleri bile sokaklarda sürüklediler. "Zito Venizelos" diye bağırmayan Türk subaylarını sokak ortasında kurşunladılar. Batı Anadolu'da hızlı bir Yunan istilası başlamıştı. Denizli müftüsünün gayretleri ile milli mücadele Denizli'de başlatıldı. Ardından bütün Anadolu'ya yayıldı. İzmir'den Sakarya'ya kadar bin bir zahmetle ilerleyen Yunan kuvvetleri, Sakarya meydan muharebesinde sert kayaya çarpmıştı. Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 26 ağustos 1922'de, ordulara ilk hedeflerini emrediyordu. Yunan kuvvetleri panik şeklindeki geri çekilişlerinde, Batı Anadolu'yu yakıp yıktılar. Birçok şehirde evlerin %95'ini yaktılar. İnsanları öldürdüler. Hayvanları çalıp götürdüler. Bu husustaki rakamları, Justin McCarty'nin Türkçeye çevrilen "Ölüm ve Sürgün" kitabında görmek mümkündür. Yunan kuvvetleri başkomutanı GeneralTrikopis, ülkesinde suçlu bulunup asılmaktan korktuğu için, Türk kuvvetlerine teslim oldu. Trikopis, Uşak'taki askeri konak komutanlığının korumasına verildi. Konak komutanı Yzb. Nuri bu düşman generalini, Uşak'taki ayakta kalabilmiş konaklardan birine yerleştirdi. Ne de olsa Türk'ün esiri idi. Bir gün Trikopis, konak komutanı Yzb. Nuri'ye bir mektup gönderdi. Mektubunda; "Duydum ki esir Yunan subaylarını, Uşak'tan Ankara'ya sevk edecekmişsiniz. Bu subaylar hasta yorgun ve zayıftırlar. Bu yolculuğa yaya çıktıkları takdirde, yol şartlarına dayanamayıp çoğu ölür. Üstleri-başları çok perişandır. Ayaklarında ayakkabı yoktur. Birer battaniye ile ayakkabı verilmesini, illa sevk edileceklerse, mümkün olabildiğince arabalarla sevkini rica ederim" diyordu. Mektubu alan Yzb. Nuri, generali yanına çağırttı. Kendisine oturacak yer gösterdi. Mektubunu aldığını söyledikten sonra sözüne şöyle devam etti: "Sayın general, üç sene önce yurdumuzu işgale gelirken ve geçen sene Eskişehir'e doğru giderken subaylarınız, yolculuklarından hiç şikayetçi değillerdi. Eskişehir'e kadar yaya gidebildiklerine göre, şimdi de pekala gidebilirler. Zira yol tecrübeleri vardır. Hem siz bu topraklarda ne arıyordunuz. Bu kadar masumun ne suçu vardı da onların kanına girdiniz. Şimdi de bu milletin merhametine sığınarak canınızı kurtardınız. Unutmayın ki Türk milleti merhametlidir. 400 senedir, sayelerinde ayakta ve hayatta kalabildiğiniz Türkler, bu nankörlüğünüzü de sineye çekecektir..." Bu sözler karşısında dili tutulan Yunanlı komutan, mosmor bir yüzle görüşme yerinden ayrıldı. İzmir'e çıkarak başlayan Yunan macerası, yine İzmir'de ama, bu sefer denize dökülerek son buldu. Bugün Avrupa Birliği kardeşliği ile bize yaklaşmaya çalışanlardan, bu zulmün hesabı bir gün sorulmalıdır.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.