Türkiye Cumhuriyeti ile KKTC'nin, Annan'ın davetine "şartlı" katılması kararı çok yerindedir. Zira, Kıbrıs'ın, AB üyeliğimiz için, bir "Koşul" olmadığı defalarca AB yetkilileri tarafından ifade edilmiştir. Öyle ise Kıbrıs'ta, "Ne pahasına olursa olsun çözüm" üyeliğimizle ilgili müzakerelerin başlaması için, bir şart değildir. Başka bir deyimle, Kıbrıs konusunda, taviz, Türkiye'ye, AB kapısını ne açmakta ne de görüşme sürecini kısaltmakta bir faktör değildir. Ayrıca, AB çevrelerinde giderek yaygınlaşan ve giderek dünya medyasında yer bulan bir kanaate göre AB, "Türkiye'yi darıltmamak için, Aralık 2004'te müzakere tarihinin verilmesini benimsemek ve fakat bu tarihin işlemesini 2010 yılından sonra başlatmak ve bunu birkaç yıl sürdürmek niyetindedir. Nitekim İnternette yayın yapan aylık Panorama dergisinin Şubat 2004 sayısında yayınlanan ve Almanya'nın Türkiye uzmanlarından Dr. Heinz Kramer'e ait bulunan bir söyleşide "AB, Türkiye kararını 8-10 yıl sonra verir. Türkiye ve AB de on yıl içindeki gelişmeler nihaî kararı belirler" demektedir. Demek oluyor ki, Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili karar, yaklaşık olarak, ancak 8-10 yıl sonra ve müzakerelerin sonunda verilecek ve bu karar, Dr. Kramer'in deyimi ile, görüşmelerin seyrinden ve AB'nin o dönemdeki iç ve dış şartlarından mutlaka etkilenecektir. Yine Dr. Kramer'e göre; pek çok AB ülkesinde Türkiye'nin üyeliği ile ilgili belirsizlik dikkate alındığında, Aralık 2004'te alınacak olumlu bir kararın bile beklenen nihaî bir karar olduğu varsayılamaz. İşte bu sebeple, Kıbrıs konusunda ne pahasına olursa olsun çözümü savunan ve "Kıbrıs'ta Çözüm, Türkiye'de demokrasi ve hukuk devletine giden yolda büyük bir engeli aşmaktır" "slogan"ını atarak, bizim gibi "Kıbrıs'ta ne pahasına olursa olsun Çözüm" görüşüne karşı çıkanları "Statükocular" olarak suçlayan ve sözde, hukuk devletinin Türkiye'de tüm kural ve kurumları ile oturmasını "Bölünürüz, laiklik elden gider" diye yıllardır savsakladığımızı iddia eden Hasan Cemal'in bu haksız suçlamasına, şimdilik vereceğim kısa cevap şudur: Türkiye gibi üniter ve laik bir devlet olan Fransa'da AB üyeliği, ne bölünmeye ne de laikliğin elden gitmesine yol açmadığına göre, Türkiye bakımından da böyle bir tehlike söz konusu olamaz. Endişemiz, karşılıksız tavizlerin ülkemizde yayabileceği aldatılmışlık duygusunun Türkiye'de bir "Bunalım"a yol açmasıdır.