Yukarıdaki başlığı gören birçok okuyucumun, kendi kendilerine "Ne alakası var?" sorusunu soracaklarına eminim! Ne var ki, bu başlık, bana değil, 27 Mart 2004 günkü Milliyetteki köşe yazısında Taha Akyol'a aittir. Doğrusunu isterseniz ben de bu başlığı görünce, yadırgayarak ve "Ne alakası var?" diyerek, yazıyı okumaya koyulduğumu hatırlıyorum. Akyol'un bu köşe yazısı, İÜ Rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun bir toplantıda yaptığı konuşmadaki "Sakın ola ki, Kıbrıs'tan bir parça toprak vermeye kalkmayın. Güneydoğu'da 25 bin şehit verdik, bir 45 bin daha, bir 100 bin daha şehit verir, Kıbrıs'ı da, Yunanistan'ı da alırız!" sözlerini ele almakta ve Akyol, "Kemalist", "İlerici", "Akılcı", ve "Çağdaş" olarak nitelediği İÜ Üniversitesi Rektörünün hukuk konusunda odaklanan Kıbrıs sorunu ile ilgili beyanlarını onaylamayarak "Bu kafa Türkiye'ye hangi konuda doğru yolu gösterebilir, çözüm üretebilir?" diye sormaktadır. Yanlış anlaşılmamak için, önceden şunu belirteyim ki, Prof. Alemdaroğlu'nun, gazetelerde çıkan bu beyanını ben de onaylamadım. Zira, Kıbrıs "Misak-ı Milli" sınırları içinde yer almadığı gibi "Atatürkçülük-Kemalizm'in CHP'nin "Altı Ok"u arasında yer almamasına rağmen, önemli ilkelerinden birisi de "Yurtta Barış, Dünyada Barış" ilkesidir. Ve özellikle Mustafa Kemal, dünya ulusları arasında karşılıklı anlayış ve sürekli barışın kurulması yolundaki çalışmaları ile olağanüstü bir örnek oluşturduğu" gerekçesi ile, 100. Doğum Yıldönümü dolayısı ile UNESCO tarafından, bütün dünyada anılmaya layık görülmüştür. Gerçekten, büyük bir asker olan Atatürk, savaş değil, barış adamıdır. İzmir'in düşman işgalinden kurtarılmasından sonra, 26 Eylül 1922'de "Daily Mail" gazetesinin İzmir'deki muhabirine verdiği demeçte, "Ben gerçek biçimde barış isterim. Son taarruzu yapmaya isteğim yoktu. Fakat Yunanlıları Anadolu'dan kovmak için başka çıkar yol bulamadım" diyor ve barış ile savaş konusundaki düşüncelerini, 1923'te yaptığı bir konuşmada; şöyle sürdürüyordu: "Behemehal şu veya bu sebeple milleti harbe sürüklemek taraftarı değilim. Harp zarurî ve hayâti olmalıdır. Zarurî olmayan harp cinayettir. Milleti harbe götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. "Öldüreceğiz" diyenlere karşı "Ölmeyeceğiz" diye savaşa girmeliyiz." İşte bu nedenlerle Kemalizmi kavramış hiç kimsenin, Prof. Alemdaroğlu'nun yukarıdaki beyanlarını, onaylayamıyacağını düşünüyor, fakat bu beyenlar dolayısı ile "Kıbrıs" ve "Kemalizm"i bir araya getirerek başlık yapan ve fakat Kemalizmin "barışçılık" ilkesini vurgulayamayan, Taha Akyol'u da onaylamıyorum. Zira, bizzat Akyol'un da köşe yazısındaki son paragrafında isabetle söylediği gibi, "Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en karmaşık bir diplomasi sorunu ile karşı karşıyadır. Sonuç almak, böyle palavralarla değil, ancak akıllı, basiretli soğukkanlı, uzak görüşlü bir diplomasi ile mümkündür..." Bana göre önemli olan Mustafa Kemal'e atıfta bulunan herkesin "Kemalist", bütün söylediklerinin de "Kemalizm" olmayabileceğinin bilinmesidir. "Kemalizm-Atatürkçülük" ilkeleri, niteliği, yöntemi tespit edilmiş ve Türkiye'ye özgü bir Kurtuluş-Modernleşme hareketinin düşünce sistemi olduğuna göre, "Atatürkler" ve "Kemalizmler"den söz açmak, Mustafa Kemal ile onun düşünce sistemini saptırmak isteyenlere de destek vermektir.