Rauf Denktaş'ın, yerinde girişimiyle karşılıklı yemeklerle oluşan olumlu havanın, 16 Ocak 2002 günü başlayan yeni görüşme sürecinde de devam ederek artacağı ümit olunur. Ne var ki Kıbrıs'ta oluşan yumuşama ortamının Avrupa Konseyini de etkilediği ve Ocak ayı sonunda ele alınacak Kıbrıs Raporunda AB'ye 'Sadece Güneyle değil, Kuzeyle de görüşün' mesajının verildiği anlaşılmakta, başka bir deyimle bu raporda 'Tam üyelikten önce siyasi çözüm' formülünün savunulduğu ortaya çıkmaktadır ki, bu yaklaşım çok önemli ve olumlu bir değişmeyi müjdelemektedir. Bilindiği üzere Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin yalnız başına AB'ye tam üye olarak alınması görüşü sadece Rumlardan oluşan ve Türkleri dışarıda bırakan 'Bölünmüş Kıbrıs' şıkkını oluşturmakta, Yunanistan, Güney Kıbrıs (Kıbrıs Cumhuriyeti) olarak AB Tam Üyeliğine alınmadığı takdirde 'Veto' yetkisini kullanarak ilk sırada üyeliğe kabulü bekleyen 10 aday ülkenin AB'ye Tam Üyeliğe kabulünü engelleyeceği tehdidini savurmaktadır. Bu tehditten veya daha doğru bir deyimle 'Şantaj'dan en çok, AB'nin genişlemesinden sorumlu Gunter Verheugen etkilenmiş görünmekte, Yunanistan'ın veto tehdidini ciddiye alarak, bu konuda Türkiye'nin muhtemel tepki veya tepkilerini gözardı ederken, yeni 10 üyenin AB'ye katılmasıyla bugünkü nüfusu 375 milyon olan AB'nin 75-80 milyonluk bir nüfus artışını gerçekleştirmesini riske sokmak istememektedir. Verheugen ve ekibinin 'Bölünmüş Kıbrıs'ın üyeliğine sıcak bakmasına rağmen, AB'nin dış politikasından sorumlu ve NATO'nun eski genel sekreteri olduğu için Türkiye'nin önemini daha iyi anlayan İspanyol asıllı Javie Solana ve ekibi ise, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin yalnız başına AB'ye Tam Üye olarak alınmasından ileride doğacak veya ortaya çıkacak sıkıntıları daha iyi anlamış görünmektedir. Hiç şüphe yok ki aralarında, Güney Kıbrıs'ın da bulunduğu 10 aday ülkenin AB'nin Tam Üyeliğe kabulü, nihaî olarak bugün sayısı 15 olan AB ülkelerinin hepsinin ayrı ayrı olarak bu 10 aday ülkenin Tam Üyeliklerini oylamasına, yani kabul etmesine bağlı olacaktır. Ne var ki, bugünkü AB'yi oluşturan bu 15 üye devletin hepsinin bütün yeni adaylara ve özellikle 'Bölünmüş Kıbrıs' şeklindeki Kıbrıs Rum Yönetimine aynı sıcaklık ve sempatiyle baktıkları da zannedilmemelidir. Nitekim Fransa'nın sırada bekleyen bazı Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinin adaylığına soğuk baktığı ve bu nedenle 'Kıbrıs Sorunu'nunun AB'nin genişleme sürecini başarısızlığa uğratmasından mutlu bile olacağı rivayetleri yoğun olarak medyada yer almaktadır. Diğer taraftan başka AB üyelerinin de, Kıbrıs'ın, 'Bölünmüş Kıbrıs' olarak AB'nin Tam Üyeliğine karşı ciddî kuşkular beslediği ve örneğin Hollanda Parlamentosu'nun geçen yıl kabul ettiği bir karar suretinde, AB'nin, bünyesine Bölünmüş Kıbrıs'ı kabul etmemesi gerektiği hususunu bu karar suretinde vurguladığını biliyoruz. Kısaca demek istiyorum ki: Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rumlarının ve onları destekleyen birçok çevrenin zannettiği gibi Güney Kıbrıs için AB üyeliği çantada keklik değildir. Bu nedenle, hem AB yönetiminin Güney Kıbrıs'ın üyeliğini yalnız başına desteklememesi, hem de 16 Ocak 2002 Günü başlayan görüşmelerde Glafkos Klerides'in KKTC gerçeğini kabul etmesi gerekir.