AB karşıtlarının polemikçi tutumu

A -
A +

Cumhurbaşkanı Sayın Sezer, yeni yıl nedeni ile yayımladığ mesajda 'Vazgeçilmez hedefimiz olan AB üyeliği sürecinde, aşılması gereken uzun yol ve üstesinden gelinmesi gereken karmaşık sorunlar bizleri yıldırmamalıdır' uyarısında bulunurken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün de mesajında, AB ile müzakere sürecinde ulusal değer ve çıkarların tam bir kararlılıkla korunmasının önemini vurguladıktan sonra, AB'nin Türkiye'ye katacağı yararlar kadar, Türkiye'nin de AB'yi küresel güç olmaya taşıyacağının unutulmaması gerektiği gerçeği üzerinde durduğunu görüyor ve bu haklı uyarı ve görüşleri paylaşıyorum. Buna mukabil, bozuk gelir dağılımı ve işsizlik gibi konularda suskun kalan Ana Muhalefet Partisi Başkanının, basın mensupları ile yaptığı yeni yıl sohbeti esnasında, 'Türkiye'nin 'Hayalî'' bir üyelik için bedeller ödeyeceği bir tuzağın içine çekilmek istendiğini belirterek, 'Türkiye, 10 yıl boyunca somut bedeller ödeyecek, salam, sucuk, pastırma gibi dilimlenme süreci başlayacak ve ilk dilim, 3 Ekim'den önce Rum Kesimini tanımak olacak' tarzındaki beyanını ve buna benzer 'Karamsar' ve ne pahasına olursa olsun, ucuz polemiğe dayalı 'Muhalefet' etmek örneklerini, doğrusunu isterseniz paylaşmakta güçlük çekiyorum. Zira, Türkiye 17 Aralık 2004 ile 3 Ekim 2005 tarihleri arasında, 2005 yılının zorluklarla dolu olduğu bilinci içinde 'Karamsar' değil, 'Serinkanlı, sabırlı ve hazırlıklı' olmak zorundadır. Nitekim, Çek Cumhuriyetinin AB'ye katılım sürecinde 'Baş Müzakereci' olarak görev yapan Dışişleri Bakan Yadımcısı Pavel Telicka bundan bir süre önce, Türkiye'ye müzakerelere çekinmeden başlamasını ve karşı tarafı, bir hasım gibi değil, bir gün üyesi olunacak bir ailenin mensubu gibi görmesi tavsiyesinde bulunduğunu, Türkiye'yi hayli ilginç, ama bir o kadar da zorlu günlerin beklediğini, imkan olsa aynı müthiş deneyimi bir kez daha yaşamaktan çekinmeyeceği fikrini dile getirdiğini biliyoruz. Diğer taraftan, Türkiye'nin aralarında Güney Kıbrıs'ın da bulunduğu yeni 10 AB üyesine Ankara Sözleşmesini teşmil etmesinin, Güney Kıbrıs'ı tanıma anlamına gelmeyeceği kayıt altına alındığının ve dışişleri bakanlığınca, müzakere tarihi almakla birlikte, kendi anlayışını nota ile kayda geçiren tek ülkenin Tükiye olmadığının, daha önce 20'ye yakın ülkenin de aynı yöntemi kullandığının defalarca belirtilmesine rağmen, Sayın Baykal'ın, hâlâ "Madem nota vererek karara itiraz edecektiniz o zaman 17 Aralıkta neye kabul ettiniz? Bize, kalıcı kısıtlamalar yok diyorlar, iki gün sonra nota veriyorlar" görüşünde ısrar etmesinin nedenini alnamak zordur. Kaldı ki, Türkiye, 17 Aralık'ta Brüksel'de masadan kalkmayarak, hem müzakereye başlama kararı almış, hem de 10 ay kazanarak, müktesabatı taramak ve bu suretle şimdiden hem müzakerelere fiilen başlamak, hem de AB'nin şımarık çocuğu Papadopulos'u Kıbrıs konusunda masaya oturtmak için AB'yi ve ABD'yi devreye sokmak fırsatını yakalamıştır. Kısaca demek istiyorum ki, Türkiye, 17 Aralık 2004 kararını çok defa yanlış değerlendirmelerle tartışarak, vakit geçirmek yerine, 2005 yılının ilk günlerinden itibaren süratle harekete geçmeli ve hiç olmazsa bu aşamada, memleketimizdeki AB karşıtları, ülkelerine 'Destek' olmasalar bile 'Köstek' de olmamalıdırlar. Kanaatimce, Türkiye'nin bu aşamada duyguya değil bilgiye dayalı 'Serinkanlı' ve objektif değerlendirmelere ihtiyacı vardır. İşte bu nedenle AB ülkelerindeki Sosyal Demokratlara ve Sola paralel olarak, Türkiye'nin AB sürecine olumlu bakan Prof. Hurşit Güneş ile Zülfü Livaneli'nin CHP Başkanlığı için adaylıklarını koymalarının Baykal ile Sarıgül arasında kalanlar için iyi bir seçenek olabileceğini düşünüyorum.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.