Bugünkü yazımın başlığı, 9-15 Ekim 2004 tarihli "The Economist" teki başyazının başlığı idi. Bu dergiyi yıllardır okuyan bir kimse olarak, "The Economist"in Türkiyenin, AB üyeliği konusunda, ABD ve Avrupa medyası içinde en güçlü taraftarlarından biri olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Nitekim "The Economist" bu başyazısında da öteden beri Türkiye'nin AB'ye kabulünün gerekliliğine inandığını vurguladıktan sonra, bunun nedenlerini şu dört noktada toplamakta idi. Birincisi, Türkiye'nin ekonomisi ile nüfusu birçok yaşlı ve esnekliğini kaybetmiş AB üyesine nazaran daha hızlı büyümektedir. İkincisi, Türkiye'nin askerî gücü ve dış politikadaki etkisi önem arzetmektedir. Üçüncüsü, AB üyeliği Türkiye'nin bugüne kadar gerçekleştirdiği demokrasi ve insan hakları ile ilgili reformları tamamlamasını sağlayacaktır. Dördüncüsü ve muhtemelen en önemli nokta olarak, Müslüman bir ülkenin AB'ye kabulü, bir taraftan AB'nin bir 'Hıristiyan Kulübü' olmadığını, diğer taraftan İslâm'ın liberal demokrasi ile bağdaştığını gösterecek, oysa Türkiye'nin üyeliğine 'Hayır' demek sadece Türkiye'ye karşı değil, bütün Müslüman dünyasına karşı bir davranış oluşturacaktır. Ne var ki, "The Economist", Türkiye'nin AB üyeliğinin oluşturacağı bütün bu faydalara rağmen birçok AB ülkesinde seçmenlerin çoğunluğunun Türkiye'nin üyeliğine karşı olduğunu bunun da, Türkiye'nin üyeliği konusunda bazı ülkelerin referanduma gitmek kararını gündeme getirdiği gerçeğini de gözden kaçırmayarak; bu konuda Fransız Cumhurbaşkanı Chirac'ın seçmenlerine referandum vadettiğini hatırlatmaktadır. Başyazı, AB Komisyonu'nun 6 Ekim 2004 günü yaptığı ve Türkiye ile üyelik görüşmelerinin başlaması tavsiyesinin 17 Aralıkta AB liderlerince oy birliği ile onaylanması gerektiğini üç ay önceden vurgularken, birçok AB ülkesinde Türkiye'nin üyeliği konusunda duyulan endişe ve korkuların dağıtılması görevinin AB liderlerine düştüğünü hatırlatmakta idi. Nitekim bu nedenle, AB Komisyonu'nun, Türkiye'nin yaptığı reformlardan dönmesi halinde üyeliğinin askıya alınmasını öngören 'Emergency Brake-Tehlike Freni' ve Türkiye'den gelecek göçmen kontrolünü bir süre için öngören 'Safeguard Clause-Koruma Kuralı' gibi mekanizmaları da AB hükümetlerinin, seçmenlerinin endişelerini dağıtmaları bakımından izah etmeleri gerektiğini vurgulamaktadır. Bununla birlikte "The Economist" e göre asıl önemli nokta; AB hükümet sorumlularının seçmenlerine, Türkiye'nin AB'ye tam üye olarak kabulünün arzettiği ekonomik, demografik ve stratejik yararlarını anlatması, başka bir ifade ile, seçmenlerini Türkiye'nin AB üyeliğinin sağlayacağı faydalar konusunda ikna etmek için daha büyük çaba sarfetmesidir. Görülüyor ki, 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi'nden üç ay önce yayınlanmış olan bu başyazı hem daha o zamanda zirveden Türkiye ile müzakerelere başlama kararı ve tarihinin "Oy birliği" ile çıkacağını ve fakat bu kararda AB ülkelerinde Türkiye'nin üyeliğine duyulan endişelerin giderilmesine yönelik bazı hükümlerin yer alacağını tahmin etmiş, hem de AB üyesi ülkelerin sorumlularına Türkiye'nin üyeliğinin AB'ye sağlayacağı faydaları seçmenlerine anlatma görevini hatırlatmıştır. Nitekim, 17 aralık 2004 AB zirvesinde Türkiye'nin müzakere tarihi almasında, kendi kamuoylarının hissiyatına karşı çıkan Chirac ve Schröder gibi liderlerin siyasi cesaretlerinin büyük rolü olduğu görüşünün, "The Washington Post" un 30 Aralık 2004 tarihli başyazısında da dile getirildiğini görüyoruz.