Yukarıdaki başlık memleketimizde Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili olarak yapılan tartışmada en sık sorulan sorudur. Bilindiği üzere, anayasa hukukunda, devletin niteliğini belirleyen kriterlerden biri 'Devletin Tüzel Kişiliği' diğeri Egemenliğidir. Egemenliğin ise 'İç' ve 'Dış' olmak üzere iki cephesi vardır. İç egemenlik ülke sınırları içinde devletin üstünlüğünü; 'Milli Egemenlik' ilkesi ise, bu üstünlüğün kişi, sınıf veya zümrelere değil, bütün ulusa ait olduğu anlamını taşır. 'Dış Egemenlik' deyime de devletin başka bir devlete bağımlı olmadığını, diğer devletlerle eşit olduğunu ifade eder ve kısaca 'Bağımsızlık' deyimi ile açıklanır. Oysa, AB'nin yargı organı olan "Avrupa Adalet Divanı- European Court of Justice (ECJ)in, 1963 tarihli 'Van Gend en Loos' ve 1964 tarihli 'Costa vo Enel' kararları ile başlayan AB hukukunun üstünlüğü görüşü, AB üyesi devletlerin egemenliklerinin sınırlandığını göstermekte ve bunun gereği olarak AB üyesi ülkeler, anayasalarında egemenlik yetkilerinin devrine imkan sağlayan ve uluslararası anlaşmaların üstünlüğünü öngören hükümlere yer vermektedir. Nitekim, Fransız Anayasası da, hem uluslararası anlaşmaların, karşılıklılık şartı ile, yasalardan üstün olduğunu 55. maddesinde belirtmekte, hem de, yine karşılıklılık şartı ile, AB çerçevesinde ekonomik ve parasal birlik ve kişilerin serbest dolaşımı için gerekli olan yetki devrini Fransa'nın kabul ettiğini 88/2. maddesinde belirtmektedir. Görülüyor ki, Fransa genel bir yetki devrini değil, AB ile sınırlı ve sadece maddede belirtilen konularda yetki devrini öngörerek, AB üyeliğini hem bağımsızlık, hem de egemenlik kavramları ile bağdaştırmaktadır. Oysa, Mustafa Kemal'in Türkiye Cumhuriyetini kurarken, ulusal ve üniter devlet, laik cumhuriyet, milli egemenlik ve bağımsızlık ilkelerini ve kavramlarını Fransa'dan, Fransız anayasa hukuku ve mevzuatından esinlenerek, aldığını biliyor ve bu nedenle, 'Türkiye'nin AB üyeliği Atatürkçülük ile bağdaşmaz' görüşünü savunanlara katılmıyorum. Zira, Atatürkçülüğü kavramış olanların bu düşünce sisteminin 'Dogmatik' değil, akıl ve bilim mihverine dayalı 'Pragmatik' yani siyasal ve ekonomik gelişmeler karşısında kendini daima yenileyebilen bir sistem olduğunu da hiçbir zaman unutmamaları gerekir.(*) Böyle olunca da, Anayasamızın egemenlik ile ilgili 6. maddesi ve milletlerarası anlaşmalarla ilgili 90. madesinde, Fransa'dakine benzer değişikliklerin yapılmasının, milli egemenlik ve bağımsızlık ilkelerine aykırı düşmeyeceğine inanıyorum. ..... (*) Nitekim, 1963'te Türkiye'nin AET'ye katılımını sağlayacak Ankara Anlaşması'nı imzalarken Komisyon Başkanı Prof. Hallstein'in "Türkiye Avrupa'nın parçasıdır. Bunu bu ülkede attığımız her adımda karşılaştığımız Atatürk'ün güçlü kişiliğinin Türk toplumunda bıraktığı izlerden anlıyoruz" dediğini 10 Kasım 2005'te bir basın toplantısı düzenleyen Avrupa Komisyonu Türkiye Temsilcisi H. Kretschmer'in "İlerleme Raporunu tartıştığımız bugün, ilk reformların Atatürk tarafından yapıldığını unutmayalım. 88 yıl önce ilk reformlar gerçekleşmeseydi bugün bu aşamaya gelmemiz mümkün olmazdı" ifadesini kullandığını görüyoruz. İ.G.