Fransa ve Hollanda'da yapılan "AB Anayasası Referandumları"nda, bu iki ülke seçmeninin "Hayır" demesi, AB'nin bundan sonraki genişleme sürecini "Olumsuz" yönde etkilemiş bulunmaktadır. Bu nedenle, Bulgaristan ve Romanya gibi AB ile "Katılım Anlaşmaları"nı imzalamış bulunan ve 2007 yılında AB'ye tam üye olması beklenen iki ülkenin katılımlarının 2008 yılına kalabileceğini, AB'nin genişlemesinden sorumlu üyesi Olli Rehn de söylemekte ve buna neden olarak, gerekli reformların gerçekleşmesinde bu iki ülkenin "yavaş" davranmalarını göstermektedir. Bulgaristan ve Romanya'dan sonra ise AB kapısında üyelik sırası bekleyen Türkiye ile, Bosna, Hırvatistan, Arnavutluk, Makedonya ve Sırbistan'dan oluşan beş Balkan üye adayının AB üyelik şansları daha ilerilere atılmak istenmektedir. Fransa ve Hollanda'daki olumsuz sonucun esas nedeninin bu iki ülke seçmeninin AB'nin genişlemesinden rahatsız olmasından kaynaklandığı kabul edilmekte ve özellikle Hollanda'da "Hayır" oyunu kullananların çoğunluğunun, Türkiye'nin AB'ye katılması halinde ülkelerine yönelecek yeni göçmen dalgasından korktukları anlaşılmaktadır. Bunun yanında AB'nin söz sahibi iki ülkesi olan Almanya ve Fransa'nın yeni politika adayları AB'nin genişlemesi sürecine karşı çıkmakta, bu ay içinde yapılacak seçimlerde Almanya Başbakanı olması beklenen, Angela Merkel Türkiye'ye, üyelik yerine, "İmtiyazlı Ortaklık" önerirken, 2007 Fransa Başkanlık seçimlerinde önde gelen adaylardan olan Nicolas Sarkozy de bu fikri paylaşmaktadır. Nitekim Fransa, AB'nin bundan sonraki genişlemesini önlemek için, anayasa değişikliğini ve Romanya ile Bulgaristan'ın AB'ye kabulünden sonra, diğer adayların ancak referandum sonucu kabullerini öngörmektedir. Bu arada Avusturya'nın Türkiye'nin adaylağını referanduma sunma sözünü seçmenine verdiğini görüyoruz. Bu gelişmeler karşısında Türkiye'nin cevaplandırması gereken ana soru şudur: "Acaba AB üyeliği sevdasından vazgeçelim mi?" Bana göre bu sorunun cevabı şu olmalıdır: "Hayır, katiyen vazgeçmeyelim. Vazgeçmeyelim, çünkü Türkiye'nin önünde en az on yıllık bir süre vardır. Türkiye bu süre zarfında, vakit kaybetmeden, hem ekonomik kalkınmasını süratle sürdürmeli, hem de kendisini, her bakımdan, AB standartları seviyesine getirmeye çalışmalıdır. 2014-2015 yıllarına, bu esasları gözeterek ulaştığımız takdirde, Türkiye'nin AB üyesi olmak veya olmamak kararını bizzat Türk seçmeninin verecek duruma geleceğine inanıyor ve o tarihte Türkiye'nin AB'de umduğunu göremediği takdirde, İsviçre ve Norveç gibi, AB üyeliğine "Hayır" demek imkanını elde edebileceğini düşünüyorum.