10-13 Haziran 2004 günlerinde seçilen Avrupa Parlamentosu'nun 732 üyesi Strasbourg'daki Parlamento binasında çalışmalarına hızlı başladı. %70 oranında yenilenen Parlamento'nun gündemdeki ilk önemli görevi yeni başkanını seçmekti. Yapılan seçimler sonunda İspanya'nın Sosyalist üyesi ve Parlamento'ya ilk defa seçilen Josep Borrell yeni Avrupa Parlamentosu'nun başkanı oldu. Geride kalan yirmi yıl boyunca, giderek yetkileri arttırılan ve bugün yasama görevinden başlayarak çevre ve AB'nin bütçesi dahil birçok konuyla uğraşan yeni Parlamento'yu bekleyen bir diğer önemli görev, bundan bir süre önce Avrupa Komisyonu'nun başkanlığına seçilmiş bulunan Portekiz'in eski Başbakanı Jose Manuel Barroso'nun başkanlığını onaylamaktı. Nitekim 22 Temmuz 2004 günü Parlamento'nun Barroso'nun seçimine "onay" verdiğini ve bu suretle AB'yi bir krize sokmadan ve beklendiği üzere Barroso'nun seçimini kesinleştirdiğini görüyoruz. Son seçimlerde sağlanan %46'lık katılım ABD standartlarına göre yeterli görünse bile, Avrupa'da yapılan ulusal seçimlerdeki ortalama katılım oranının altında kalmakta ve bu nedenle yetersiz sayılmaktadır. Oysa yeni Parlamento Başkanı Borrell Avrupa Parlamentosu'nu "milletler üstü bir demokrasi potası" haline dönüştürmek gibi iddialı bir hedef belirlemiş bulunmakta, bu nedenle bugüne kadar giderek düşen katılım oranının bundan sonraki Avrupa seçimlerinde artması gerektiği ifade edilmektedir. Parlamento'nun yeni başkanı Portekizli Borrell Başkanlık seçimlerinde yeni üye Polonya'nın adayı Bronislaw Geremek'i yenmiş bulunmakta ve kendisi California'nın Stanford Üniversitesi mezunu olmasına rağmen Amerikan dış politikasını şiddetle eleştirdiği gibi, Polonyalı adayı yenerken, mensubu olduğu ülkenin Irak savaşını desteklemesi olgusunu bir "koz" olarak kullanmaktadır. Avrupa Parlamentosu yeni sosyalist başkanının, amaçlarından birinin AB'nin "Neo-liberalizmin Truva atı" haline dönüşmesini önlemek olduğunu söylemesi, yeni Parlamento'da çıkacak tartışmalara zemin hazırlarken, bu kuruluşun dünya ve özellikle Avrupa kamuoylarında artan oranda ilgi uyandıracağını düşündürmektedir. Yeni Parlamento'nun dünya kamuoyunda dikkatlerini üzerine çekmesinin başka nedenleri de vardır. Şöyle ki bu Parlamento'ya İtalya'nın eski diktatörü Mussolini'nin torunu aşırı sağcı Alessandra Mussolini de seçilmiş bulunmakta ve onu Fransız Ulusal Cephesi sağcı ve ırkçı lideri Jean Marie-Le Pen ve kızı Marine'i de içeren bir Fransız grubu izlemektedir. Diğer taraftan, İngiltere'nin AB'yi terk etmesi gereğini savunan "Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi"nin 11 üyesinin de Parlamento'ya seçilmesi yeni Parlamento'yu karakterize eden bir başka "garabet"tir. Bu nedenle Parlamento Başkanı Borrell'in kuruluşunu "Milletler üstü demokrasinin merkezi" olarak görmek arzusunun gerçekleşmesi şimdilik biraz havada kalmaktadır.