Başbakan Erdoğan'ın son Moskova ziyareti dolayısıyla gündeme gelen Türkiye-Rusya arasındaki 'Çok Boyutlu Ortaklık'ın 'Stratejik Ortaklık' yönünde gelişmeler göstermesi ve bu arada Türkiye'nin Haziran 2001 Şanghay Zirvesinde Rusya, Çin, Kazakistan, Tacikistan ve Kırgızistan tarafından oluşturulan ve aralarına Özbekistan'ı da alan Şanghay İşbirliği Örgütü (SCO)'ya 'Gözlemci' olarak katılmak istediği haberi, AK Parti Hükümetinin de Türkiye'nin 1920'li yıllardan başlayarak başarı ile uyguladığ 'Gerçekçi' ve 'Çok Yönlü' bir dış politikanın yeniden yürürlüğe soktuğunun işareti olarak karşılanabilir. Bilindiği üzere milletlerlararası ilişkilerin yüzyıllar boyunca doğruladığı ilke şudur: "Ebedî dostluklar ve ebedi düşmanlıklar yoktur. Ebedi olan sadece değişen ulusal çıkarladır." Böyle olunca da sorunların çözümünde karşılıklı diyalog ve doğrudan doğruya görüşmeler yapmak, düşmanlıkta aşırılıktan kaçınmak, dostluklara ise gereğinden fazla bel bağlamamak ve rejim farkı gözetmeden bütün devletlerle iyi lişkiler kurmak gibi prensiplerin benimsenerek uygulanmaya konulması gayet doğaldır. Nitekim, Türkiye, Milli Mücadele döneminde, çok başarılı bir dış politika izlemiş, ustaca kullanıldığı takdirde, dış politika ve diplomasinin ne kadar etkili olduğunu göstermiştir. Gerçekten, Türkiye, Kurtuluş Savaşı esnasında Sovyet Rusya ve Afganistan ile anlaşmalar imzalayarak; 'Yalnızlık'tan kurtulmuş, Fransa ile yaptığı anlaşma ile galip devletlerin cephesini parçalamıştır. 1932'de Milletler Cemiyetine üye olmuş, 1934'te, Milli Mücadeledeki düşmanı Yunanistan ile Balkan Antantına öncülük ederek, 1936'da Montrö Sözleşmesinin yapılmasını gerçekleştirmiştir. Bu dış politikanın temel hedeflerinden biri 'Yurtta Sulh, Dünyada Sulh' olmuş, Türkiye Lozan'dan sonra da uzun süre Batılı Devletlerle mücadele etmek zorunda kalmakla birlikte her türlü duygusallıktan uzak ve gerçekçi tutumu ile 'Batıya rağmen Batıya' yönelmiş ve bunu çağdaşlaşmanın bir gereği saymıştır. Atatürk 'Hilafetçiliğe ve Turancılığa iltifat etmediği gibi demokrasi düşmanı 'Nasyonal Sosyalist' ve 'Komünist' ideolojilere ve yönetime itibar etmeyerek, Hatay meselesini Fransa ile barışçı şekilde çözümlemiş, Misak-ı Milli sınırları ile tatmin edildiği için, İtalya ve Almanya'nın yayılmacı politikaları karşısında Batı cephesini tercih etmiştir. Zira Atatürk, Türkiye'nin medeni dünyadaki yerini alabilmesi için, Osmanlı İmparatorluğunun Batıya karşı elde ettiği zaferden mağrur olarak Batı ile rabıtalarını kestiği gün gerilemeye başladığını göz önünde tutarak, bu hatayı, tekrar etmemiştir. Bu nedenle, değişen dünya şartları karşısında Türkiye'nin çok yönlü politika açılımlarını candan destekliyor, fakat Türkiye'nin öncelikli hedefinin Batı Dünyası ve AB için 'Tam üyelik' olması gerektiğine inanıyorum.