İletişim fakülteleri ve iletişim sektörü

A -
A +

Bilindiği üzere, 20. Yüzyılda "İletişim Mesleği"nde meydana gelen en büyük değişiklik; iletişim kuruluşlarında çalışanların giderek artan oranda, üniversite öğrenimi görmüş kimseler olmasıdır. Oysa ünlü Amerikalı gazeteci Joseph Pulitzer bundan yüzyıl kadar önce, "Gazeteci, doğuştan değil, eğitim ile olunur. Doğuştan elde edilecek makam, olsa olsa, budalalık makamıdır" deyince, büyük hücumlara uğramış, fakat bu "Alaylı-Okullu" savaşı "Okulcular" tarafından kazanılmıştır. Gazetecilik mesleğinin ayrı öğrenim gerektirdiği gerçeği, ilk defa ABD'de teslim edilmiş, fakat ilk gazetecilik okulu ancak 1908'de Missouri Üniversitesi'nde açılmıştır. Gazetecilik mesleğinde öğrenimin önemini kavrayan Pulitzer'in, 1912'de kurulan "Columbia Lisansüstü Gazetecilik Okulu" lehine yaptığı bağış ile, 1917'den itibaren gazeteciliğin çeşitli dalları için "Pulitzer Ödülü" oluşturulduğunu ve bunların ABD gazetecileri arasında hem teşvik hem prestij sağladığını biliyoruz. İletişimcinin iyi meslekî öğrenim ve eğitim görmüş kimseler olması gerektiği gerçeğinden hareketle Türkiye'de 1950'de ilk defa, İÜ İktisat Fakültesi'ne bağlı Gazetecilik Enstitüsü kurulmuş ve bunu takiben çeşitli üniversitelerimizde kurulan Basın-Yayın Yüksek Okulları, 1992'de İletişim Fakültelerine dönüştürülmüştür. Nitekim 23-25 Mayıs 2001 günlerinde İstanbul'da düzenenen II. İletişim Kongresi'nde, 19 İletişim Fakültesi tarafından, 16 oturum halinde iletişimin çeşitli konularının üniversite içinden ve dışından gelen uzmanlarca tartışıldığını, fakat her nedense bu kongrenin medyaya fazla yansımadığını biliyoruz. Bununla birlikte, kongre esnasında, saygın bir gazetemizin saygın genel yayın yönetmeni tarafından yazılan bir köşe yazısında "Türkiye'deki İletişim Fakültelerinin çoğunda iletişim sektörüne düşmanca bakan ve okullardaki eğitime de yansıyan bir zihniyetin hakim olduğu" iddiası yer almıştır. Bu satırların yazarı ise yıllardan beri İstanbul ve İzmir Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okullarında hocalık, 1982-91 yılları arasında Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'nda ise hem hocalık hem de müdürlük yapmış ve 1991'den bugüne gelinceye kadar da İÜ ve MÜ İletişim Fakültelerinde çeşitli programlarda Yüksek Lisans ve Doktora dersleri vermesine rağmen, iletişim sektörüne düşmanca bakan ve bunu eğitime yansıtan zihniyetin en ufak izlerine bile rastlamadığı gibi, bilakis öğrencilerin "Piyasa Gerçeği"ne de uygun iletişimciler olarak yetişmeleri için çaba sarfedildiğine tanık olmuştur. Bunun en büyük delili, bugün Türk medyasının önemli mevkilerinde başarılı hizmet sergileyenlerden çoğunun bu İletişim Fakültelerinin mezunları olmaları değil midir? Buna mukabil, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nin bugünkü ve eski başkanları medyada da çıkan konuşmalarında; medya-ticaret-siyaset üçgenine dikkatleri çekmekte, Türkiye'de medyanın ticaretin tanıtım aracı olarak kullanıldığını ve patronlara "Hayır" diyebilecek Genel Yayın Yönetmenleri döneminin kapandığını ve Türk medyasının ekonomi gibi dibe vurduğunu ve sadece son yılda 700 kadarı gazeteci olmak üzere, 3000 basın çalışanının işsiz kaldığını söylemektedirler. Bu durum karşısında sayın köşe yazarı yönetmenin, İletişim Fakültelerini yersiz ve haksız suçlamak yerine, meslektaşlarından gelen bu tür şikâyet ve eleştirilere eğilmesi daha iyi ve doğru olmaz mı?

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.