2005 yılının haziran ayında, İran'da bundan önceki ılımlı Cumhurbaşkanı M. Hatemi'nin yerine sertlik taraftarı Mahmud Ahmedinecad'ın İran İslam Cumhuriyeti'nin başına seçildiğini biliyoruz. Ne var ki, 67.5 milyon nüfusu ve 1.648.000 km2'lik yüzölçümü ile Orta Doğu'nun büyük ve güçlü ülkesi olan dost ve komşu İran'ın yeni Cumhurbaşkanı fazla vakit kaybetmeden sert ve tehditkâr beyanlarda bulunmaya başlamış, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulan Nürenberg Mahkemesi'nin hukuken Almanların yaptığı Yahudi Soykırımını belirlemesine rağmen yeni İran Devlet Başkanı bu olayın vuku bulmadığını iddia ederek, 'Yahudi Soykırımı-Holocaustu inkar etmiş, hem de bu kadar ile yetinmeyerek bugünkü İsrail Devleti'nin Orta Doğu'daki mevkiinden Avrupa'ya veya ABD topraklarına aktarılması gibi bugüne kadar benzeri olmayan garip ve aşırı bir talepte bulunmuştur. Diğer taraftan, İran otoritelerinin 10 Ocak 2006 günü 35 üyelik Milletlerarası Atom Enerji Ajansı (İAEA) görevlilerinin İran'ın Natanz Mevkii'ndeki nükleer atölyenin mührünü söktüğünü ve İran'a karşı nispeten daha yumuşak davranan Rusya ile Çin'in taleplerini de geri çevirirken, İAEA'nın Genel Müdürü Muhammed El Baradey'in İran'ın nükleer faaliyetlerini barışçı amaç ve hedefler ile yönettiği konusunda dünya kamuoyuna daha çok güven vermek isteğini geri çevirerek 'Uzlaşmazlık' tutumunu sürdürdüğünü biliyoruz. Oysa, merkezi Londra'da bulunan Milletlerarası Stratejik Etütler Enstitüsü'nün geçen yıl Eylül ayında yaptığı bir tespitinde, İran'ın Natanz mevkiindeki tesisinin 3 yıl içinde güçlü bir bomba imal edecek seviyeye gelmiş olacağı anlaşılmıştır. Diğer taraftan, Kuzey Kore ile İran'ın, Pakistanlı Abdülkadir Han'dan karaborsa yolu ile nükleer donatım satın aldığı ve İran'ın uzun zamandan beri Kuzey Kore'nin 1200 km menzilli Nodong nükleer füzeleri üzerinde çalışmalar yaptığı haberlerinin dünya medyasında dolaştığını biliyoruz. Yukarıdan beri özetlediğim bu bilginin ışığı altında bana göre varılması gereken sonuç şudur: İran'ı nükleer silah yapmaktan alıkoymak için yapılan görüşmeler başarısızlıkla sonuçlandığına göre, konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne götürme zamanı çoktan gelmiş ve hatta geçmektedir.