Geçen hafta sonunu gazeteci Hasan Cemal'in yeni çıkan "Kürtler" adlı kitabını okuyarak geçirdim. Hazırlığı 18 yıl, yazılması ise 2 yıl süren bu kitap yazarının da beyan ettiği gibi esas itibariyle bir gazetecinin notları veya günlüğü sayılabilir. Ne var ki, Hasan Cemal'in mütevazı ve iddiasız 'Önsöz'üne rağmen bana göre bu eser bütünü ile, "Investigative Journalism-Araştırmacı Gazetecilik" türünün başarılı ve güzel örneğini de oluşturuyor. Kitap, Irak'ta Saddam Rejimini'nin yıkılması ile açılan "Pandora'nın Kutusu" içinden ilk olarak çıkan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) Başkanı Mesut Barzani'nin ve Kürdistan Yurtsevenler Birliği (KYB) Lideri Celal Talabani'nin çelişkili beyan ve iddialarının gündeme oturduğu ve Orta Doğudaki "Kürt Sorunu"nun dünya ve özellikle Türk kamuoyunda ilk plana çıktığı zamana rastladığı için ve tabii ki değerli bilgi, gözlem ve değerlendirmeler içerdiği için büyük ilgi ve rağbet görüyor. Nitekim bunun en iyi örneği, resim, dizin ve içindekilerle 588 sahife tutan ve ilk baskısı Nisan ayı başında yayınlanan bu kitabın, ilk 15 gün içinde dördüncü baskısını da yapmış olması değil midir? Zaman zaman ya Washington'ın veya Moskova'nın, Tahran'ın, Bağdat'ın ve Ankara'nın ağzına bakan ve bunlardan destek sağlayan, kısaca her zaman ve herkesle işbirliği yapabilirken genelinde birbirlerine güvenmeyen Talabani ile Barzani'nin, 1991'deki Birinci Körfez Savaşından sonra, 12 yıl süre ile, İncirlik'ten kalkan "Çekiç Güç"e ait Amerikan uçaklarının devriye uçuşları sayesinde Saddam Hüseyin'in her türlü taciz ve tasallutundan kurtulmanın da verdiği palazlanma güven ve rahatlıkla bugün yalnız Irak Kürtleri adına değil, memleketimizdeki Kürt asıllı Türkler adına bile konuşmaya kalkışacak kadar küstahlıklarını arttırdığını medya haberlerinden izliyoruz. Oysa, başta bu iki aşiret reisi olmak üzere, bölgeye müdahale eden büyük güçler ile Kürt nüfusunu barındıran diğer bölge ülkelerinin unutmaması gereken gerçek, Kürt sorunu karşısında Türkiye'nin önemli avantaja sahip olmasıdır. Gerçekten, yaklaşık bin yıl birlikte yaşayan Türk ve Kürtler, etnik nitelikli hiçbir çatışmaya taraf olmadığı gibi, Türk ve Kürt nüfusu Birinci Dünya Savaşında, Çanakkale ve diğer cephelerde, Osmanlı Devletini birlikte savunmuşlar, bu savunma hattı düşünce de, İstiklâl Savaşını birlikte yürütmüşler ve kazanmışlardır. Ortak tarih, coğrafya, dil ve kültür unsurları bu insanların ortak bir aidiyet hissi ile kaynaşmalarını sağlamış, dış destekli ve beslemeli PKK, bütün çabalarına rağmen, bu aidiyet hissini bozamamıştır. Nitekim, bu konuda Hasan Cemal'in Diyarbakırlı gazeteci meslektaşı Namık Durukan'ın "Kürtler" adlı eserindeki beyanları aynen şöyledir; "Gazeteci olarak gezdim. Suriye'deki, Irak'taki, İran'daki Kürtleri de biliyorum. Türkiye'deki Kürtler dışlanmamış. Türkiye'deki Kürtler ile Türkler çok içli dışlı olmuş. Kürtçe bilmeyen, Kürtlüğünü bilmeyen çok Kürt var Türkiye'de... ve Türkiye'de bir Kürt nereye gitse, orada yabancılık çekmeden yaşayabiliyor... Suriye'de, hele Irak'ta bu hiç olmamış. Kürtlük bu ülkelerde çok güçlü. Araplardan tamamen ayrı, giyimi kuşamıyle hayat tarzı ile ayrı duruyor... İran'da da farklı değil. Türkiye'de Kürtler ile Türklerin kaderleri ortaklaşmış. Bunca yıl hiç kimse birbirini Kürt-Türk diye kesmedi (Kürtler, s. 556-557) Fakat, Orta Doğu'daki Kürt asıllı nüfusun yalnız başına yarısını oluşturan Kürt asıllı Türklerin bu aidiyet duygusunun oluşturduğu takdire değer bu ortak hayat bilincine rağmen, ben de Hasan Cemal gibi, Kürt asıllı Türklerin anadilde yayınları, radyo ve televizyonları olmasını, dillerini, kimliklerini, kültürlerini öğrenmesini yalnız haklı değil faydalı da buluyorum. Nitekim, AB'ye Tam Üye olmanın şartlarını içeren Kopenhag Kriterleri'nin gereği olarak, 2001'de Anayasa'nın değiştiğini ve bu değişiklik paralelinde TBMM tarafından, 3 Ağustos 2002'de kabul edilen 4771 Sayılı Kanunun bu konuları düzenlemekle olumlu bir adım daha attığını biliyoruz.