8 Ekim 2005 günü gece yarısından sonra, Pakistan kontrolü altındaki Keşmir Bölgesinin başkenti Muzafferabad yakınlarında meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki depremin Pakistan'da 73.000, sadece Keşmir bölgesinde ise, 40.000 kişiden fazla insan kaybına sebep olduğunu, milyonlarca insanın barınaksız ve evsiz kaldığını ve bu zararın aslan payının geliri düşük fakir insanlara düştüğünü medya haberlerinden biliyoruz. Doğrusu istenirse, bütün doğal afetlerin en büyük bedelini daima fakir zümre ödemekte, temiz içme suyundan ve temel ilaçlardan yoksun az gelişmiş ülkelerde ishal milyonlarca kişiyi öldürüken, su baskınları ve depremlerin esas faturası yine az gelişmiş ülkelerin fakirlerine çıkmaktadır. Oysa, Keşmir'dekinden daha şiddetli olan 1906 San Francisco ve 1999'daki Taiwan depremlerinde 2300-3000 arasında insanın öldüğünü, Japonya'nın çok yoğun nüfuslu şehri olan Kobe'de 1995'teki depremin sadece 6400 kişinin ölümüne yol açtığını görüyoruz. Aradaki büyük insan kaybı farkının birinci nedeni, mevzuata saygı göstererek yapılan sağlam inşaat, diğer nedeni ise, daha süratli ve etkili kurtarma ve yardımın mevcudiyetidir. Pakistan. Hindistan, İran ve Türkiye gibi teknotik bölgelerde bulunan ülkelerin depremi kökünden kazıması mümkün olmamakla birlikte, bunun zararlarını asgariye indirmek bu ülkelerin elindedir. Böyle olunca da vakit kaybetmeden bir taraftan daha sağlam inşaat yapmağa, diğer taraftan doğal afetlere karşı daha hazırlıklı olmaya çaba göstermek lazımdır. Tokyo'daki standartlara ulaşan dayanıklı ve fakat çok masraflı inşaatı ülke çapında gerçekleştirmek, fakir ülkeler için mümkün olmamakla birlikte, Hindistan'da yapılan bir araştırma, binaların inşaatında %2-4 oranında bir maliyet artışının binaların dayanıklılığını önemli şekilde artırdığını göstermekte, buna mukabil mevzuata uygun olmadan yapılan binaların daha sonra kuvvetlendirilmesinin ise, üç katına yakın masraf arttırdığını ortaya koymaktadır. Deprem konusunda gözden uzak tutulmaması gereken bir diğer önemli konu şudur: Depreme karşı binaların dayanıklılığını kuvvetlendirmeye çalışırken işe, kurtarma ve yardım faaliyetlerinde hayati rolü olan hastane, polis ve yangın merkezleri ve okullar gibi binalardan başlamak gerekir. Bilim çevreleri depremin büyüklüğünün rihter ölçeğine göre bir derece artmasının sarsıntının şiddetini 32 kat arttırdığını göstermekte ve bugüne kadar dünyada meydan gelen en siddetli depremin 1960'ta Şili'nin güneyindeki 9.5 büyüklüğünde olduğu bildirilmektedir. Uzmanlar, Tibet Yaylası ile Himalayalar'ın 8 veya daha yüksek şiddetteki depremlere her an maruz kalabileceğini ve bu nedenle Pakistan, Hindistan, Afganistan, Nepal ve Çin'in şiddetli deprem tehdidi altında yaşadıklarını bildirmekte, bu nedenle bu ülkeler gibi deprem kuşağı üstünde yaşayan Türkiye'nin de şimdiden alacağı en kolay ve önemli tedbirin; %2-4 oranında ek masrafla inşaatı kuvvetlendirmek olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Zira, değerli Jeolog Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara'nın, çok güzel özetlediği gibi, "Deprem değil, çürük binalar öldürür." Not: Çalışkan İstanbul Valimiz Muammer Güler'in 24 Aralık 2005 tarihli "Türkiye'de de yayınlanan beyanatından; depreme hazırlık çalışmalarının devam ettiğini, Dünya Bankası'ndan sağlanan 400 milyon dolarlık kredi ile bir (acil haberleşme) sisteminin kurulacağını, değerlendirilen 2473 kamu binasından 840'ının güçlendirilmesi için proje hazırlandığını, önümüzdeki günlerde TBMM'nin konu ile ilgili gerekli değişiklikleri yapacağını memnuniyetle öğreniyoruz. Ne var ki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın ülke nüfusunun %44'ünün 1. derecede deprem bölgesinde yaşadığını ve Türkiye'de bir yıl içinde 7 şiddetinde deprem ihtimalinin %63 olduğunu bildiren raporu, çalışmaları hızlandırmamız gerektiğini bize haber veriyor.