Harp Akademileri Komutanlığı'nın, 7-8 Mart 2002 günlerinde düzenlediği 'Türkiye'nin etrafında Barış Kuşağı Nasıl Oluşturulur' konulu sempozyumda, soru-cevap periyodunda kişisel görüşünü bildirdiğini vurgulayan MGK Genel Sekreteri, "Türkiye, ABD'yi gözardı etmeden, Rusya Federasyonuyla İran'ı da içine alacak yeni arayışlar içinde olmalıdır" sözlerine, bazı kişi ve çevrelerin gösterdiği sert tepkileri ve hele bu beyandan 'AB'ye alternatif olarak Rusya Federasyonu ve İran gösteriliyor' sonucunu çıkarmaya çalışmalarına hayret etmemek mümkün değildir. Zira, Atatürk'ün gösterdiği yönde çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmayı amaç edinen Türkiye'nin hayatî menfaatinin Batı entergasyonu içinde yer alması olduğu, tartışılamaz. Atatürk Cumhuriyetinin dünya görüşü siyasal kurumları, demokratik devlet yapısı, Laik devlet düzeni ve serbest piyasa ekonomisine bağlılık gibi nitelikleri Türkiye'yi -AB bunu kabul etsin veya etmesin- Avrupa'nın ayrılmaz parçası haline getirmektedir. Ne var ki, Türkiye'nin coğrafi konumu, tarihi ve kültürü, dış politikada kendisine birçok seçenek sunmaktadır. Bu itibarla Türkiye, sadece AB'ye giriş sürecinde karşılaştığı olumsuz tutumlar nedeniyle değil, fakat aynı zamanda hem küresel dinamiklere uyum sağlayabilmek, hem de AB'ye giriş sürecinde pazarlık ve rekabet gücünü artırmak için, bütün bu seçenekleri değerlendirmek zorundadır. Nitekim Türkiye'nin Milli Mücadele döneminde çok başarılı bir 'Çok Yönlü Dış Politika' izlediğini biliyoruz. Ustaca kullanıldığı takdirde, dış politika ve diplomasinin ne kadar etkili ve başarılı olduğunu gösteren bu dış politika 'Atatürkçü Dış Politika' olarak da nitelenmekte; 'Düşmanlıkta aşarılıktan kaçınmak, dostluklara ise gereğinden fazla bel bağlamamak ve rejim farkı gözetmeden bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmak' bu politikanın benimsediği bazı prensipler oluşturmaktadır. O dönemdeki Avrupa devletlerinin bize karşı olumsuz tutumuna rağmen, Türkiye 'Sovyetler Birliği kozu'nu da kullanmakla birlikte, her türlü duygusallıktan uzak ve gerçekçi tutumuyla 'Batıya rağmen Batıya yönelmiş' ve bunu çağdaşlaşmanın bir gereği saymıştır. Bugün de ABD, Batı Avrupa ve AB Türkiye için vazgeçilmez bir hedeftir. Ancak AB'ye üyeliğin hedef olarak alınması, Türkiye'nin başta ABD olmak üzere Ekonomik İş Birliği Teşkilatı (EKİT) Karadeniz Ekonomik İşbirliği (KEİ) İslam Konferansı Teşkilatı (İKT) ve benzeri devlet ve oluşumların gözardı edilmesini gerektirmemektedir. Kısaca, Türkiye'nin dış politikasında AB'nin alternatifinin olmaması, Türkiye'nin diğer açılımları kullanamayacağı anlamına gelmez. Zira Türkiye ister AB'ye alınsın, ister alınmasın, küreselleşen dünyada bütün bu açılımları değerlendirmek zorundadır. Böylece Türkiye'nin rekabet ve pazarlık gücü artar ve bu durum Türkiye'nin AB'ye giriş sürecini hızlandırır. Esas hedefi Batı Entegrasyonu içinde yer almak olan çok yönlü dış politika, Türkiye'nin uluslararası arenada olduğu gib AB karşısında da hem rekabet gücünü, hem de onurlu konumunu kuvvetlendirecektir. Seçeneksiz dış politika ise, bir millet için hiç bir vizyonu olmayan ve bağımsız devlet niteliğiyle bağdaşmayan bir politikadır.