Değerli gazeteci Hasan Cemal 'Milliyet'teki 15 Nisan 2005 tarihli yazısına şöyle başlıyor: 'Soykırım mı, değil mi? Tarihçi değilim. 1915 Ermeni tehciri konusunda, soykırım mı, değil mi sorusunun karşılığını arayabilecek bir uzmanlığım yok. Ama bir fikrim var. Bugüne kadar okuduklarımdan, dinlediklerimden, 1915 ve 1916'da yaşananların soykırım olduğunu sanmıyorum. Ama aynı zamanda bu görüşümün tartışılabilir olduğunu düşünüyorum... Malûm, her iki tarafın da fanatikleri var. Ama yine de, tarihin bu trajik diliminde yaşananlar soğukkanlı ve seviyeli bir biçimde ele alınabilir ve farklı görüşler yarışabilir. Bütün yazılarını; onaylayayım veya onaylamayayım, daima zevkle okuğudum usta gazeteci Hasan Cemal'in yukarıda özetlediğim ve özellikle 'Her iki tarafın da fanatikleri var' görüşüne gönülden katılıyor fakat: '1915 Ermeni tehciri soykırım mı, değil mi?' sorusunu yalnız başına tarihçinin çözümleyemeyeceğini önemle vurgulamak istiyorum. Zira, bu konudaki bütün yazı ve beyanlarımda ifade ettiğim gibi, 9 Aralık 1948 tarihli soykırım suçunun önlenmesi ve cezalandırılması hakkındaki BM sözleşmesinin, 12 Ocak 1951'de yürürlüğe girmesinden sonra, 'Soykırım' suçunun unsurları açıklıkla belirlendiği için, bundan büyük tarihçiler ancak cereyan eden olayları tespit edebilirler, tarihçilerin vesikalara dayanarak yaptıkları tespitlerin 'Soykırım' suçunu oluşturup oluşturamayacağı konusunda ise son sözü hukukçular söyler. Diğer taraftan, daha önce de yine, bu köşede çıkan yazılarımda anlatmaya çalıştığım üzere, 'Tehcir', 'Sevk ve iskan' gibi kavramlarla 'Sürgün' kavramını 1915 tehcirinde birbirlerine karıştırmamak büyük önem taşır. Hasan Cemal'in makalesinde yer alan soykırım değilse nedir? sorusunun cevabını ararken ise bu konuda 1998'de Roma'da kabul edilen ve 1 Temmuz 2002'de yürürlüğe giren Milletlerarası Ceza Mahkemesi statüsünün yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Zira bu statü, Milletlerarası Ceza Mahkemesinin faaliyet alanını 'Soykırım suçu' ile sınırlamamakta, bunun yanında 'İnsanlık aleyhine suçlar', 'Savaş suçları' ve 'Tecavüz suçu' gibi çeşitli suç türlerinin unsurlarını sayarak her birini tanımlamaktadır. Öyle ise, bu suçların işlenip işlenmediği ancak, tıpkı soykırım suçunda olduğu gibi, tarihçilerin vesikalara dayalı olarak tespit edecekleri olayların hukukçular ve mahkeme tarafından değerlendirilmeleri ve karara bağlanmaları ile belirlenebilir. Oysa, Ermenistan ve 'Sözde soykırım' amigoluğunu ve savunuculuğunu yapan kişi ve kuruluşlar, 'Sözde soykırım'ın vuku bulup bulmadığını tarihçiler ve hukukçular tarafından tartışılmasına yanaşmamakta ve soykırım iddialarının bir 'Ön şart' olarak siyasî bir kararla tanınması tezini savunarak, herhangi bir çözüm ve diyaloğu imkansız hale getirmektedirler. Not: Bu konuda üniversitelerimizin tarih bölümlerinde görevli 79'u Prof. diğerleri Doç. ve Yrd. Doç 350 tarihçinin yayınladıkları 4 Mayıs 2005 tarihli bildirisini duyurmak ve özetlemek istiyorum. Bu bildiri, "Ermeni soykırımı yoktur" diyen Prof. Halaçoğlu için tutuklama kararı veren İsviçre'yi protesto ederken, 1915 tehcirinin planmış bir girişim değil, çatışmaları önlemek amacıyla uygulanan geçici bir tedbir olduğunu, tarihimizin soykırım suçu ile bir ilgisi olmadığını, Ermeni tezlerini destekleyen bazı Türk tarihçilerinin ise Osmanlı arşivlerini araştırmadıklarını, belgeleri okuyacak bir Osmanlıca bilgisine sahip olmadıklarını iddia etmektedir. Bütün okuyucularımın bilgisine sunarım. İ.G.