"Türkiye, NATO ve AB açısından kriz bölgeleri" sempozyumu

A -
A +

Genelkurmay Başkanlığı'nın 27-28 Mayıs 2004 günlerinde, Harp Akademileri Komutanlığı binalarında düzenlenen ve yapılan Uluslararası Sempozyum'un konusu; Türkiye, NATO ve AB Perspektifinden Kriz Bölgelerinin İncelenmesi ve Türkiye'nin Güvenliğine Etkileri" olarak tespit edilmiştir. Bilindiği üzere, 4 Nisan 1949'da, 12 ülke tarafından oluşturulan ve bugünkü üye sayısı 26'ya yükselen NATO, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batılı ülkeler ile Sovyetler Birliği arasındaki anlaşmazlıkların bir uzantısı ve savunma niteliğinde bir örgüt olarak kurulmuş, ne var ki Soğuk Savaş sonrası dönemde Varşova Paktı'nın dağılması üzerine varoluşunu, bu paktın Avrupa'daki yayılmasını durdurma gerekçesine dayandıran NATO, yeni kimlik ve misyon arayışına girmiş, Kasım 1991'de Roma'da yapılan toplantıda, "İttifak'ın yeni stratejik kavramı" başlıklı bir belge ile, NATO'nun yeni stratejisi belirlenmiştir. Kapsamlı güvenlik kavramı içinde yer alan "Kriz Yöntemi" ise, nereden geleceği belli olmayan risklere karşı geliştirilen ve krizin çıkmadan önlenmesini amaçlayan bir anlayıştır. Kısaca; Soğuk Savaş'ın sona ermesi sonrası NATO'ya yeni bir görev kazandırma arayışı ile benimsenen yeni stratjik kavram, Avrupa'ya Güney'den ve özelllikle Orta Doğu'dan gelebilecek tehlikelere işaret etmiş ve Türkiye'nin Körfez Krizi'ndeki konumu NATO'da tartışılmakta olan "Alan Dışı Müdahale" kavramına açıklık getirilmiştir. Böylece, Irak ile ortak sınıra sahip NATO üyesi Türkiye, doğrudan savaşa taraf bir ülke konumuna gelmiş, ve Irak'ın kimyasal ve biyolojik silahlarının oluşturduğu tehdidi hisseden Türkiye, Almanya'daki NATO Çevik Kuvveti'nin ülke topraklarına yerleştirilmesini istemeyerek gecikmeli de olsa, ilk kez bir NATO gücünün, müttefik bir ülkeyi Varşova Paktı dışındaki bir ülkeye karşı korunması gerçekleşmiştir. Diğer taraftan, Avrupa içi mekanizmaların Bosna Bunalımında sergilediği zaaf, Avrupa'daki stratejik denge değişmelerinin ancak NATO tarafından kontrol altına alınabileceği görüşünü kuvvetlendirmiştir. 25 Mart 1957'de altı devlet tarafından kurularak, AB'ye dönüştürülen kuruluşun, 1 Mayıs 2004 tarihinden sonraki üye sayısının 25'e çıkması ve bu üyelerin hemen hepsinin, NATO üyesi olması olgusu karşısında, örneğin, ileride Macaristan ile Sırbistan arasında çıkabilecek "Voyvodina" sorunu Macaristan'ın NATO üyesi olması dolayısı ile, artık bölgesel bir problem olmaktan çıkarak, "Sırp-Macar Çatışması"na değil artık "NATO-Sırp Çatışması"na dönüşecektir. Bunun gibi, geçmişteki NATO operasyonlarında, sadece Kosova'daki etnik kıyımın durdurulması değil, Sırp askerî gücünün denetim altına alınabilecek düzeye indirilmesinin hedeflendiği bilinmekte, böylece NATO stratejik dengelerin seyrini yönlendirmeye ve denetlemeye yönelmekte, NATO'nun bu yeni stratejisi ise, Türkiye'nin, Afrika, Avrupa ve Asya kıt'alarında sahip olduğu önemli jeopolitik konumu dolayısı ile ülkemizi, küresel dengeler içinde çok özel bir konuma getirmektedir. Kısaca, Türkiye, jeopolitik konumu ile NATO'nun yeni stratejik misyonu için hem ABD, hem de AB için vazgeçilemez bir önem taşımaktadır. Bu satırların yazarı da, Türkiye'nin NATO bünyesinde sadece "Orta Doğu" ülkesi değil, bir "Doğu Avrupa ve Balkan ülkesi" olarak da yer almasını çıkarlarımıza daha uygun olacağı düşüncesindedir.

UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.