Memleketimizdeki Yüksek Öğretim Kurumlarının tarihi, Fatih'in İstanbul'u fethinden hemen sonra, Ayasofya yakınında Molla Hüsrevi, Zeyrek'te de Molla Zeyreği öğretime başlatması ile ve 1470'te bu öğretimin Fatih Külliyesine geçişi ile başlar. Nitekim, Ord. Prof. Kazım İsmail Gürkan "İstanbul Üniversitesinin Başlangıcı" adlı eserinde, bu üniversitenin başlangıcını 1453, tam kuruluşunu tamamlayarak ortaya çıkması tarihini ise 1470 olarak kabul eder. Kısaca, medrese ile başlayan üniversite bilimsel, idari ve mali özerklikle yönetilmiş. 1900'de kurulan İstanbul Darülfunun'a da bu ilkeler uygulanmış, 1919 ve 1922'de özerklik tanınan Darülfünun'a, Cumhuriyet döneminde 21 Nisan 1924 tarih ve 493 Sayılı Kanun ile tüzel kişilik verilmiştir. 1933'te 2252 Sayılı Kanun ile Darülfünun değişime tabi tutularak ve 157 kişi kadro dışı bırakılarak, bu özerklik kaldırılmış ve Darülfünun yeniden düzenlenmiştir. Çok Partili rejime girişimize paralel olarak, 13 Haziran 1946 tarih 4936 Sayılı Kanun ile Üniversitelere ve onları oluşturan fakültelere, bilimsel, idarî ve mali özerklik tanınmışsa da, Anayasa güvencesi olmadığı için bu özerklik, 1950-1960 döneminin DP iktidarı tarafından defalarca ihlal edildiği ve Prof. Bülent Nuri Esen, Prof. Turhan Feyzioğlu ve diğer bir çok öğretim üyesi, sırf alanları ile ilgili olarak yaptıkları beyanlardan dolayı vekalet emrine alınarak, görevden uzaklaştırıldıkları için, o yılların gündemdeki konularından birisi de "Bilim adamının güvencesi ve Üniversite özerkliği" olmuştur. 4936 Sayılı Kanun 27 Mayıs 1960 Müdahalesinden sonra ve 147 öğretim üyesini görevlerinden uzaklaştıran 114 Sayılı Kanunla birlikte çıkarılan 27 Ekim 1960 tarih ve 115 Sayılı Kanunla değiştirilmiştir. İşte, geçmiş deneyimleri dikkate alması ve bilim adamı ile bilim kurumlarının güvencesini sağlaması amacı ile "Üniversite Özerkliği İlkesi" Kurucu Meclis tarafından hazırlanan 1961 Anayasasında ifadesini bulmuş, üniversitelerin, bilimsel ve idari özerkliğe sahip kamu tüzel kişileri olduğu ve üniversite organlarının, öğretim üyeleri ve yardımcılarının, üniversite dışındaki makamlarca, her ne yolla olursa olsun, görevlerinden uzaklaştıralamayacağı Anayasanın 120. maddesinde hükme bağlanmıştır. 1750 Sayılı Üniversite Kanununun ise Anayasadaki hükümlere paralel olarak üniversite ve fakülteleri düzenlediğini biliyoruz. 1970'li yıllardaki anarşinin özellikle üniversite kampüslerinde kol gezmesi üzerine, 12 Eylül 1980 Askeri Müdahalesinden sonra kabul edilen 1982 Anayasasının 130 ve 131. maddelerinde, Anayasadan önce çıkarılan ve yürürlüğe sokulan, 6 Kasım 1981 Tarihli ve 2547 Sayılı Yüksek Öğretim Kanunun (YÖK)'e göre, üniversitelerin yeniden düzenlendiğini görüyoruz. (*) Ne var ki, 2547 Sayılı Kanun sistemi, çıkarıldığı yıllarda 1402 Sayılı Tasfiye Kanunu hariç bir ihtiyaca cevap vermiş ve üniversite kampüslerini huzur ve sükuna kavuşturmuş ve bu nedenle o zaman bu satırlar yazarı tarafından da savunulmuş olsa bile, bugün için fonksiyonunu tamamlamış ve daha sonra bu kanunda yapılan birçok değişiklikle, üniversitelerin Anayasada ifadesini bulan özerkliğini, Yüksek Öğretim Kurulu, fiilen uhdesine geçirmiştir. Bu nedenle, YÖK'ün bugünkü merkeziyetçi ve üniversitelerle fakülteleri nerede ise yetkisiz bırakan durumunu gözden geçirmek ve gerekli değişiklikleri yapmak lüzumuna, "Bilim adamının güvencesi ve Üniversitenin özerkliği" Anayasada korunmak kaydı ile ben de inanıyorum. Kaldı ki, böyle bir değişim, hem Avrupa'da "Bologna Süreci" olarak anılan ve başlatılan ve üniversitelerin özerkliği ile hareket serbestisini arttırmayı amaçlayan AB sürecine, hem de son yıllarda büyük değişim ve gelişim gerçekleştiren üniversitelerimizin durum ve özlemlerine daha uygun olacaktır. ..... (*)Tafsilat için bk. Giritli İ., Bilgen P., Akgüner T. İdare Hukuku İst. DER yayınları 2001 S. 291-294