Yığınla düşmanımız var. Öyle de kalacak. Kıyâmete kadar! Zaaf göstermediğimiz müddetçe sıkıntı yok. Kimse tasavvurundakini fi’le koyamaz. Buna cesâret edemez. Vücûdumuzdaki mikroplar gibi. Bedenimizi mesken tutan bu asalaklar sıhhatliysek sessizce durur. Efendi efendi oturur. Bilirler ki kafalarını kaldırdıklarında akyuvarlar boyunlarını vuracak! Ba’zen apansız hastalandığımız da olur. Sebeb yok zannederiz. Hâlbuki hâdise zannımızdan çok farklıdır. Bizi açık düşüren âmil iğne ucu kadar bir boşluk olabilir. Ya’nî hiçbir şey durduk yere olmaz. Büyük ya da küçük, gizli ya da âşikâr bir sebebe dayanır. Aslında bu Allahü teâlânın âdet-i ilâhiyyesidir. İstisnâî durumlara mu’cize, kerâmet, firâset, istidrâc ve sihr denir. Şu hâlde akbabaların iştahı durduk yere kabarmaz. Sendelemeye başladığında hiç şübhen olmasın tependedirler!
Haşerât-ı hamse vü düvel-i habîsenin iki silâhşoru börtü böcek vâsıtasıyla memleketimizi karışdırmak istedi. Bizde bir zaaf mı gördü? Hâyır! Esâsen bu ümidsizce yapılan bir operasyondu. Yüz senedir sömürdükleri ülkenin gözlerinin önünde elden çıkmasına sessiz kalamadılar. Fâsid bir dâiredeler. Türkiye bütün zincirlerini her hâl ü kârda birer birer kırmaya devâm ediyor. Rahat bıraksalar durmuyor, saldırsalar olmuyor. İlk durumda koşar adımlarla ilerleyen bir ülkeyle karşılaşıyorlar. İkincisinde ise kendilerini daha kötü bir manzara bekliyor. Aslî unsurlarıyla kenetlenip depara kalkan bir memleket. Hadi gel de işin içinden çık. Vah zavallılar…
Anlaşılan o ki karşı cenâh gün gün eriyecek. Belli bir noktada hırçınlığı ve saldırganlığı bırakacak. Teslîm olup tabasbusun en âdîsine baş vuracak. Henüz o noktada değiller fakat hızla yaklaşıyorlar. O gün Sultan Selîm vârî başkanlarla muhâtab olacaklar. Elbisemizin eskiliği yeniliği fark etmeyecek. Kılıcımızdan yansıyan ışık gözlerini kamaşdıracak. Taleblerini “dergâh-ı selâtîn-penâh”ımıza kemâl-i ta’zîmle arz edecekler. Kabûl görecek veyâ görmeyecek. Karârı öpüp başlarına koyacaklar. Dişlerini sıkacak cesâretleri bile kalmayacak!
Osmanlılardan devraldığımız muhteşem mîrâs başka şeyler düşünmemize imkân vermiyor. Bütün yollar vakar caddesine çıkıyor. Öyle ki hezîmetde dahi vakar! Kânûnî vakarlı da Vahîdeddîn han değil mi? Ne var ki târih nosyonundan uzak olanlar bu satırları anlayamaz. Hele bir de garbın sahte ışıkları gözlerini aldıysa… Bırakın doğuyu, batıyı da bilmezler. Demokrasi, insan hakları, laiklik gibi üç beş kelimeye takılıp dururlar. Hiçbirinin cemâzilevvelinden haberleri yokdur. Ezberledikleri birkaç cümleyi allayıp pullayıp temcîd pilavı gibi önümüze getirirler. Beş dakîka konuş desen muhtevâlı bir altmış sâniye ile karşına çıkamazlar. Zekâ kırıntısı taşıyan söz söylemeleri muhâldir. Yolları akıl semtinden geçmez. İnsanları hamâsetle ithâm ederler. Hamâkat çukurunda debelenirken…
Avrupa kendini bitirdi. Batıyı ABD temsîl ediyor. Yapısı çürük. Çöküşü kolay olur. En büyük şansı topraklarında imhâ edici bir savaşın yaşanmaması. Böyle bir durumda berhevâ olması yıllar almaz. Aylar da almaz. Günler yeter. Bunu bildikleri için Hollywood harıl harıl çalışıyor. Amerika’yı sık sık uzaylılardan kurtarıyor. Acabâ bu emekler gerçek bir savaşda işe yarar mı? Doğrusu merâk etmiyoruz. Çünki cevâbı biliyoruz!