Diyarbekir noktayı koydu. Oyun bitdi. 1 milyon, 15 bine düşdü. Daha da geri dönmez. Bu sayının DEAŞ korkusuyla ilgisi yok. Fakat PKK korkusuyla var. En az birkaç bin kişinin teröristlerden çekindiği için orada olduğunu söyleyebiliriz. Kalan kısım da zâten ma’lûm partinin teşkîlâtları. İyi de meydanda birkaç on bin kişi var gibiydi. Doğru. Sekiz bin kadar vazîfeliyi bu sayıya ekleyin. Netîce muhteşem. Osmanlı sonrası hasretini çekdiğimiz manzara bütün güzelliğiyle arz-ı endâm ediyor. Bin senelik kader ortaklarımız sarsılmaz bir kale gibi yanımızda çok şükür.
Mikroplara aşılıyız. Duâlıyız demek daha doğru olur. Her memleketi yerle yeksân edecek hâdiseler bizi sarsmıyor bile. Son yüzyılda yaşadıklarımız böyle şeylerdi. Yaşamakda olduklarımız da öyle… Hiçbir ülke bu kadar kuşatmaya dayanamaz. Fransa’da eli silahlı birkaç kişi koca devleti esîr aldı. Cumhurbaşkanı “evet korkduk” dedi. Aslında bu ifâde “mesajı aldık” ma’nâsındaydı. Bakalım Brüksel ne olacak? O çadırlar bu korkuyu alt etmelerinde te’sîrli olabilecek mi? Şüphesiz burada da bir mesaj var. Acabâ Brüksel lahanası bu mesajı doğru okuyabilecek mi? Zor. Zîrâ kapasite müsâid değil. Sakın yanlış anlamayın. Brükselinkinden bahsetmiyoruz. İngiliziyle, Almanıyla, Fransızıyla… Avrupanın kapasitesi müsâid değil. Gâlibâ bu son cümleyi çok mübâlağalı buldunuz. Yok. Zerre kadar mübâlağa yok. Dünyayı yönetirken iki cihân harbiyle kafasına sıkanların torunları değil mi bunlar? Şu hâlde mesajı anlamaya çalışmasınlar. Mesellerimizi öğrenmekle işe başlayabilirler. Ne demişdi ecdâd: Rüzgâr eken fırtına biçer.
Avrupa ikinci harb-i umûmîden sonra lâle devrine girdi. Belki bundan başka yapacağı bir şey de yokdu. Kendini yiyip bitirmişdi. Kaybedenler kadar kazananlar da yarış dışı kalmışdı. İngiltere tahtından inmiş, Fransa çiğnenmişdi. Her ikisinin de eski günlerine dönmesi, hattâ yaklaşması imkânsızdı. Almanya prangaya vurulmuşdu. Bununla berâber bu sun’î kıt’a kuyruğunu dik tutmaya devâm etdi. Bunda küçümsedikleri Amerikalıların hepsi nâmına dünya tahtına oturması müessirdi. Biz hâlâ efendiyiz diyorlardı. Ya’nî diğerleri köleydi. Bununla berâber tâc ü tahtı terk etdikleri amca çocuklarının gerilemesi de uzun sürmedi. Vietnam ve Irak yetmiş, akü boşalmışdı…
Peyk olduğumuz günler geride kaldı. Lâkin garbın bunu kabûllenmesi zor. Kibirlerinden ve alışkanlıklarından vazgeçemiyorlar. Daha düne kadar büyükelçilerini cumhurbaşkanından üstün görürlerdi. Başbakan emir erleriydi. Bakanlarla muhâtab olmazlardı. Ne var ki hayât düz bir çizgiden ibâret değil. Doğduğumuz andan i’tibâren inişli çıkışlı bir yol ta’kîb ediyoruz. Hem cüz hem kül olarak. Hep çıkmak veyâ hep inmek söz konusu değil. Batı medeniyyeti onca hîlekârlığına rağmen en az yüz senedir inişde. Dibe vurana kadar bu vetîre devâm eder. Dibe vurur vurmaz yükselişe de geçemez. Hâl böyleyken batının eski alışkanlıklarında ısrâr etmesi baş aşağı çakılmayı getirir. Başka hiçbir işe yaramaz.
Dedik ya, oyun bitdi.